“Bana kim olduğumu söyle, 40 yıl kölen olayım” Guruların, guruculuğun, guruculuk oynayanların en büyük gizli silahı, insan türü bireyinin bunu bilmeye duyduğu açlık. Herkes bu dünyaya neden geldiğini merak ediyor için için. Yaşam amacının ne olduğunu. Herhangi bir amacın olmadığını duymak için bile bir diğerinin kelamına, onayına, durum tasdikine ihtiyaç duyuluyor. İçerideki karmaşa ve ızdırap o kadar büyük ki kendi belirsizliğim yeğdir sahte bile olsa bir başkasının kesinliği. Bu müthiş ve yüksek kalite belirsizliği en dandiğinden ya da en plastiğinden bir kesinlik ile değiştirmek için sıraya girenler çok. Aklıma çocukken evlerindeki kıymetli ama eski ve sürekli ilgi ve kalay isteyen bakırları eskicinin vaat ettiği naylon mandallar ile, plastik terlikler ile değiştirenler geliyor. Bakırların dibi isli ve kara, terlikler ise rengarenkti.
Bunun arkasında çok eski ve çok dallanmış, budaklanmış ve binlerce yılda büyümüş bir sistem yatıyor elbette. Ta buralarda, 2000’lerin dünyasına uzanan bu dalların kökleri ise Indus Vadisi’nde.
Hindistan deyince aklınıza yoga ve meditasyon ve kadim öğretiler kadar insan haklarına karşıt bir kast sistemi, kadınların ikinci ve hatta üçüncü sınıf olması, zengin ile yoksulun arasındaki, artık bazı üst sınıf sokak ve caddelerin alt sınıfın girişine kapanmasına kadar varan çok büyük uçurum da gelsin. Gelmiyorsa lütfen uçaktan inip özel araçla direk aşrama yola koyulmadığınız bir Hindistan gezisi planlayın. Bugün Hindistan’ın nüfusu yaklaşık 1.2 milyar. 10 yıl sonra Çin’i yakalayacağını söyleyenler var. Bu büyük ülkenin kalabalık nüfusunun 3’te biri dokunulmazlar, yani dokunulmayacak kadar alt tabakadan olan insanlar. Derler ya yakarsa dünyayı garipler yakar diye, işte bu garipler bir ayağa kalksa bırakın Hindistan’ı dünyayı yerinden oynatır. Ama kalkmıyorlar. Çünkü dharma’ları onlara oturmalarını, ezilmelerini, umutları ve hak arayışlarını bir sonraki, bilemedin daha sonraki, hiç bilemedin birkaç yüz sonraki hayatlarına bırakmalarını söylüyor. Mesela daha geçen sene, evet 2018’de, bir dalit (dokunulmazlara dalit deniyor) genç ata bindiği için öldürüldü. Atı da yanında ölü bulundu. Çünkü ata binmek, savaşçı ve yöneticilerin sınıfı Kşatriya kastının tekelindeki güç ve cesaret sembolü. Buna benzer pek çok olay yaşanıyor. Peki, bu kast sistemini, devlet tarafından yasadışı ilan edilmiş olmasına rağmen hala bu kadar sağlam ve yıkılmaz yapan nedir? Mesela Hintlilerin kullandığı “date” yani karşı cinsle tanışma ve izdivaç yolunda adım atma sitesinde onlarca ten rengi ve kast seçme opsiyonu var. Dünya değişiyor, internet ağları, “app”leri her yeri sarıyor, bunlar reddedilmiyor tersine hemen kast’a uyarlanarak kucaklanıyor. Ancak tek şartla. Hangi şart? Cevabı tarihte aramak lazım. Şöyle ki Hindistan tinselliği tarihine, bugün artık İngilizlerin tüm dini ritüelleri bir çuvala sokmasının katkısı ile hinduizm diye adlandırdıkları inanışlar bütününün geçmişine baktığınızda bunca tanrı, tanrıça, tanrıcık, tanrıçacık kaosunun da müsebbibi bir gerçek çıkıyor karşınıza. En üst sınıf rahip kastı Brahmanlar, ortaya çıkan hiçbir yeni tanrı, inanış ya da din ile kavgaya tutuşmuyor. Çünkü tek bir kavgası var. Kast’ı muhafaza ve müdafaa etmek. Herhangi bir inanış ya da ritüel kast sitemine karşı olmadığı, ona dil uzatıp yıkmaya kalkmadığı sürece içeri buyur ediliyor.
Nastrikalar’ı duydunuz mu? Onlar ”hayır” diyenler. Neye hayır diyenler? Geleneğe yani kast’a hayır diyenler. Kim bunlar? İlk akla gelenler Mahavira (caynizmin kurucusu) bir de Budha. Ki Budha’yı bile Vişnu’nun 9. avatarı olarak sistemin içine dahil etmişlerdir.
Peki kim bu Brahmanlar ya da kim bu dokunulmazlar? Barhman’ın Brahman olduğunu, dokunulmaz’ın bu kadar aşağı olduğunu söyleyen kim? Bir tarihi tez diyor ki (çok da akla yakın) kast sistemi, Ari halkı, Indus vadisini parça parça işgal eden savaşçı halk, Dravidyanları (parça parça toprakları işgal edilen halk) köleleştirmesi ile duhul olmuştur. Zamanla halklar kaynaştıkça, yüzyıllarca yerli ve işgalci halkların kültleri, dinleri, inanış biçimleri iç içe girip bu çılgın Tanrı panteonu oluşurken bu yöneten ve yönetilen sınıfları kast adı altında sistemize edilmiştir. En aşağıda dravidyanların en koyu tenlerin sahibi torunları kalmış doğal olarak, en tepede ise en saf kalmış Arilerin torunları, gücü, bilgiyi ve iktidarı elinde tutarak tüm toplumu kendi yarar ve çıkarına göre şekillendirmiş seçkin tabaka.
Bunca tarih ve sosyoloji bilgisini getirmek istediğim bir nokta var. O da son zamanlarda yoga dünyasını artık sismik ve ritmik bir şekilde sallar olmuş taciz, gücün kötüye kullanımı gibi skandallar masamızdan eksik olmaması. Ülkemizde oldu, dünyada oluyor, ülkemizde de yine bol bol duyacağız. Maalesef..
Taciz konularına girmeye şimdi niyetim yok (sonraki bir yazının konusu o ama çok güzel bir yazı için Yelina’nın yazısını okumanızı öneririm) sonucun buralara kadar varmasına sebep olan muazzam bir etki alanından bahsetmek istiyorum. Yoga hocasının öğrencisi üstündeki gücü. Bu ilişkinin adanma istemesi. Şifanın ve ilerlemenin bu adanma ile gerçekleşiyor olması.Kişinin ancak ve ancak hocasının ya da gurusu’nun ışığında sağlam adımlar ile aydınlanmaya yürüyebileceğine dair inancı. Çünkü Guru demek aydınlatan demek. Hayat yolunu sizin için aydınlatan öğretmen. Bunun da en derininde yatan o onulmaz arzu: “Guru guru söyle bana, kimim ben bu dünyada? Al bu acı veren, her şeye gebe, müthiş belirsizliğimi, bana sığ da olsa, naylon da olsa bir kesinlik ver. Kalk de kalkayım, yat de yatayım, yuvarlan de yuvarlanayım, sev de seveyim, boşan de boşanayım, yeme de oruç tutayım, ağla de boşalayım, sevişme de boşalmayayım. Yeter ki aydınlat beni. Kimim ben bu yaşamda?”
Cevap sorunun içinde; yansıma aynanın içinde. Guru, karanlığı yok eden demek, rehberlik eden ışık. Işığın kendisi değil. Işığın kendisi ben kimim sorusunu soranda. Aynanın karşısına geçene kadar ayna karanlıktır. Kötü haber, size kim olduğunuzu söyleyecek kimse yok; iyi haber duymak mı istiyorsunuz? O zaman aynanın karşısına, gözlerinizi kaçırmadan geçip dikilin. Işık da sizsiniz, guru da sizsiniz. Guru demek aynı zamanda mezar demek. Kendinizi gömdüğünüz bir mezar. Kim olduğunuzu birilerinin fikrine bırakırsanız eğer, birileri sizi mutlaka kendisinin aşağısında bir yere koyacaktır. Aynı Brahmanların yaptığı gibi. Dokunulmazlara Dharma’sını yaşamasını söyleyecektir. Dharma’nı yaşa ki karma hayrına çalışsın. Ata binme ki bir sonraki bedenlenmede Brahman olmaya az daha yaklaş. Ama hayır, burda değil canım belki birkaç bin yıl hayat sonra. Şimdi o güzel atın o köpük gibi yelelerini bırak, kirletme.
Alıp dharmayı yaşama konusunu bu topraklara, dünyanın batısına çektiğiniz zaman karşınıza henüz 23 yaşında ama şimdiden iki kez hayata “fresh start”lar yapmış insanlarla karşılaşıyorsunuz. Dhraması’nı arıyor. İçerde yakıcı bir soru var. “Ben kimim?” “Şimdi sıradanmış gibi duran ama ait olduğu alanı bulunca göz kamaştıracak yeteneklerimin ifade edebileceğim alan hangisi?” “Bu yaşantının amacı ne?” Halbuki Hindistan’da dalit olup, sabah akşam paan çiğneyip kafayı kırıp sokaklarda uyumak vardı(!?). Ah keşke biri ona kim olduğunu söyleseydi.
Evet bir insan dharma’sını yaşamalı. Ama bu “dünyaya muhasebeci olmak için gelmiş biri tıp doktorluğu yapıyorsa bu onun için intihardan farksızdır” yüzeyselliğinde ve açıkçası manasızlığında mı olmalı?
Budha’nın bu kast sistemine baş kaldırıp bir savaşçı ve kral iken en aşağı inip çileci bir dilenciye dönüşmesinin altında “hakikat”i arayış vardı. Sadece kendisi için de değil tüm insanlık için. Yerin dibine girip çıktıktan sonra söylediği “kendi ışığınızda yürüyün” oldu. Dharma’nızı mı arıyorsunuz, ışığınızı alın aynanın karşısına geçin. En çok gözünüzü kaçırdığınız, sizi en çok ajite eden, sizi aynanın önünden en hızlı kaçmaya teşvik eden ne varsa ona bakın. Orada dharma’nız ile ilgili bir ipucu var. Sizi en çok zorlayan ne varsa sizi en iyi parlatacak şey orada çünkü. Bir çocuğun korktuğu zaman yapacağı gibi anneninizin ya da babanınızın arkasına saklanmaktan bir farkı yok sürekli bir mentör hoca arayışının. Bu kim olduğunuzu bulmaya değil, tam tersi kim olduğunuzdan kaçmak için birinin elini tutmaya ihtiyaç duymak demek oluyor.
Bir çocuk gibi kaçtığınız, kaçmak istediniz şey sizi büyütecek olan şey. Kimsenin arkasına saklanmadan, hiçbir eli tutmaya çalışmadan -ki size uzatılmış elleri sonra bırakmak üzere tutabilesiniz.
Geçen hafta beraber derinleşme ve uzmanlaşma yolculuğuna çıktığımız öğrencilerimin staj derslerine girdim. Benden onay almak isteyen her bakışa boş bakışlarla cevap verdim. Artık temel bir ders vermesine yetecek kadarına sahipti ve benim onayıma ihtiyacı yoktu. Ders çıkışı elbette ki geri bildirimde bulunacaktım ancak şimdi derste sadece bir öğrenciydim. Yüzümde poker suratı olsa da şahidi ve katılımcısı olduğum bu kendin olma, kendi sesini duyma ve başkasına duyurma cesaretini hayranlık ile izliyordum. Büyük cesaret. Bir başkası olmaya çalışmadan kendin olmak, ah ne büyük cesaret.