Buda’yı nasıl bilirsiniz?
Bir lider olarak mı yoksa Kadıköy’de bir bar mı? Bir peygamber ya da bir yaşam koçu mu?
Buda bir asi aslen. İçine doğduğu ve içinde büyüdüğü sistemin en ballı kaymaklı yerlerinden birinde iken o sisteme “hayır” diyen bir gerilla. Hakikati arayanından. Soruları var kafasında, hayata dair, insan olmaya dair, ölüme dair.
Brahma Purana’daki Tanrıların Kralı İndra’ya dair muhteşem bir öyküde kral İndra’nın sorduğu soruya küçük bir çocuk şöyle der: “Eğer incinmeye razı değilseniz sormayın” İncinmeye razı olmadan cevapların peşinden gitmek mümkün değildir. Buda da karısını, saraylar dolusu şaşa, eğlence, zevk-ü sefayı, yeni doğmuş çocuğunu, çok sevdiği atını ve hatta urbalarını ve saçını arkasında bırakarak elinde bir dilenci kasesi ile cevapların peşine düşendir. Karanlık ormana gidendir. Hakikat yolunda incinmeye razıdır. İncinir de. 5 arkadaşı ile 7 yıl boyunca ormanda çilecilik yapar. Ölmek sınırına varacak kadar eziyet eder beden ve zihnine. Ölümün kıyısında hakikate dair bir şey bulamaz ve yeniden ayrılma, arkada bırakma vakti gelir.
Tek başına yeniden yollara düşen Buda bu sefer altında aydınlanacağı bo ağacına gelir. Tanrı Mara, Şehvet Tanrısı, üç kızını Buda’yı baştan çıkarması için gönderir. İsimleri Arzu (gelecek), Başarı (şimdi) ve Pişmanlıklar (geçmiş)’dı. Bu işe yaramayınca Mara Korku Tanrısı’na dönüştü. Her türden ve çeşitten canavar ve silahı sessizlik ve hareketesizlik içinde oturan Buda’ya yağdırdı. En son Mara kendini “mahalle baskısı tanrısı”na çevirir. Dışarıda ailen, ülken sarsılırken, görevlerin seni beklerken sessiz ve kıpırtısız oturmak da nedir diyen bir yığın baştan çıkarma.
Buda kıpırdamadı, Buda cevap vermedi. Buda öylece durdu. Herhangi bir şeye bu kadar güçlü bir duruş, cevap vermek bile değil, duydunuz mu? Arzu ile baştan çıkmayan, korku ile geri çekilmeyen, zihinsel şartlanmaları ile şüpheye düşmeyen? Hani bana sorsalar güç nedir diye, Buda’lıktır derim.
İnsan zihni sürekli 3 zamanda gezer, ama aslında zaman bir tanedir. Geçmişin adı Pişmanlıklar adlı kızıdır Mara’nın. Böyle değilmiş gibi dursa da pişmanlıklarımızı, kaçırdığımız fırsatları sürekli çevirmenin, ısıtıp ısıtıp masaya getirmenin tuhaf bir şehveti vardır. Engellenmiş bir tatminden kalmış bir esame. Tam orgazma ulaşacakken yarım kalmış bir sevişme. Tam vuslata erecekken kaçırılmış bir turna gözü. Tuhaf, acılı, kederli de olsa bir zevk alınır pişmanlıklardan. Gelecek ise Arzu’dur. Geleceğin bu sefer ıskalanmayacak turna gözlerine duyulan arzu. Kaçan kaçtıysa da kaçmayacak binlerce ihtimal, binlerce ihtimalin içinden “en” ler ile tıka basa dolu potansiyelin açığa çıkaracağı o patlamanın, orada, az ya da biraz daha ilerde olduğuna dair bir fikir. Sonuncusu ise Başarı. Şu an ne kadar başarılı? Şu an en mükemmel an der yogacılar. Öyledir de. Ama bu mükemmelliğin bizimle ilgisi yoktur. O mükemmel bir şekilde, “şu an”ı gösteren kırmızı ibrenin önünden aralıksız akandır. Bir an mükemmeldir. Biz onu gözlemleyenizdir. Onu mükemmelliğinde payı olan, onu başaran değil.
Buda der ki insanın ızdırabını çoğaltan şey budur, geçmişte ya da gelecekte olmak. “Şimdi” ise “başarılı bir şimdi” ise dikkatimizi çeker. Yukarıdaki formülü terse çevirmek de mümkündür. Geçmişte kalan, nostalji duygusu ile daha da büyüyen güzel günlere duyulan “özlem”, “arzu” adlı kızkardeşin yaşlanmış halidir. Planların tam da istendiği, adı üstünde planlandığı gibi gitmeme potansiyeli ile gittikçe karanlıklaşan bir geleceğe duyulan korku. Pişmanlık, pişman olmadan önceki haline dönüşüp önceki ana tedirginlikle dolar. Pişmanlık henüz doğmamıştır, doğmadan önceki adı korkudur.
Şöyle der Joseph Campbell; arzu ve korku: Bunlar dünya üzerindeki tüm yaşamı kontrol eden iki duygudur. Arzu yemdir, ölüm ise kanca. İlk önce korku vardı. İlk vardı, oldu. Yer ve gök bile henüz doğmamıştı. Her şey sonsuzdu ve her şeye gebeydi. Henüz hiçbir şey yoktu. Bir tek o. Ve o korktu. Kendini 2’ye böldü. Yeniden ve yeniden yıkılmış/yıkılan/yıkılacak bir evrenle, yeniden ve yeniden kurulmuş/kurulan/kurulacak aynı evrenin dansı böylece başladı/başlıyor/başlayacak.
Hepimiz bu dansın parçasıyız. Dans şimdi yaprakları sarartıp döküyor, yazın güneşle ovulmuş dermiz kurumaya, pul pul dökülmeye başladı aynı dansta. Gökyüzüne bulutlar uğruyor sık sık, danstan yağmur taneleri dökülüyor damımıza, burnumuzun ucuna, toprağa. Damımızı yıkarken, burnumuzun ucuna kokular taşıyor dans, toprağın altında bir sonraki bahara uyanacak tohumları suluyor dans.
Yine Campbell’ı anarak, biraz sonbahar ruhunu sarınmış bu mektubuma son vermek isterim:
“Olan şey olmayanın sonsuzluğunda yüzen bir kabuktur”
Sadece bir kabuk... Bilmesen de, görmesen de, duymasan da o sonsuzluğu hissedebilir misin?
Ekim'de bakkalda ne var?
10 Ekim Kalça ve Bacaklarda Denge ve Simetri Atölyesi: Kalçalarınızda asimetri varsa, yoga pratiği ile bu asimetri gittikçe artıyorsa bu master-class'a mutlaka katılın. Çevrimiçi bu kursa max. 10 katılımcı kabul edilecektir. Detaylar için tıklayın.
4 Ekim Pazartesi günü 20:00'da Orta-İleri Seviye Tematik dersler serisi başlıyor. İster ay aya kaydolun ister 3 aylık sezona, her ay ayrı bir tema ve her ders ayrı bir hedef pozun güvenli bir rehberlik ile çalışılacağı derinleşme derslerine kaydolun. Tüm içerik ve çerçeve için tıklayınız.
İleri Seviye 75 Saat Yoga Terapi Eğitimi 15 Ekim'de başlıyor. İleri seviyede fizyolojik rahatsızlıklar ve sistemler ile çalışıyor olacağız. Otonom Sinir Sistemi rahatsızlıklarından anksiyete, stres ve uykusuzluktan Endokrin Sistemi rahatsızlıklarına (diabet, tiroid) pek çok başlık eğitimin konusu.