Gizli bir stres. İnce ince, lime lime, hiç çaktırmadan içimde yol almış da almış. Çünkü stres diye bildiklerimden çok başka bir mantosu var. Bir çeşit görünmezlik mantosu. Sürekli bir şeyden mesaj çıkarma, şifreleri okuma, işaretleri takip etme gerekliliği. Her şeyin merkezinde “ben” varmış gibi ya da “sen” ya da “biz” ya da “yaptığımız her ne ise o” varmış gibi, martıdan düşen tüy, gökyüzündeki kalp şekilli bulut, çimenlikte açan mor çiçek, evimizin koridorunda önümüzden geçen örümcek, bir anda kırlara inen sis. Hepsi ama hepsi bize bir şey mi anlatıyor? Bizim bu şeyi okuyabilmemiz, iyi analiz edebilmemizi ve bir sonraki adımımızı buna göre atmamız gerekiyor olabilir. Bir düşünsenize ne kadar büyük bir dert? Ya ben bi işareti okuyamadımsa ve bu bir kazanın ön habercisi ise? Ya sevdiklerimin incineceği bir olaydan önce bu mesajla karşılaşmış, bu mesajı alamamış, yeterince spiritüel olmadığım için yorumlayamamış ve öncelenebilecekken bu incinmeyi önleyemezsem? Kutsal inek!!!
Bir gün, derslerim ve eğitimlerimin sadık bir takipçisi ve sevdiğim bir öğrencim demişti ki her şeyin bir anlamı olduğunu görmek harika. Ben de ona dedim ki her şeyin bir anlamı yok, büyük bir plan yok. Her şeyin harmoni ve uyum içinde olmasını sağlayan şey sensin, iç sesini dinleyerek aldığın kararların ve bu şekilde yaşıyor olmaktan duyduğun tatmin. Çünkü yoga ve meditasyon gibi pratikler bize bunu sağlar. Kim olduğumuzu, bir şeyi gerçekten isteyip istemediğimizi, duygularımızı iyi izleyebilmeyi sağlar. Biz kim olduğumuzla daha fazla temas kurdukça kafa karışıklığımız azalır ve hayatımızın parçaları birbirine uyumlu hale gelir. Her şey tam da olması gerektiği gibi harika gidiyorsa her gün kanser teşhisi ile yüz yüze kalan insanlar nerede neyi yanlış yaptı? Ve sanki bir şeyi yanlış yapmışlar gibi hissediyorlar. Meditasyon yapmadıkları için mi ya da yoga? Belki fazla hırsa kapıldılar, belki kendilerini yeterince sevmediler, belki yaptıklarında yeterince şefkat yoktu. Bakar mısınız bizim her şeyin büyük bir planın olduğuna dair fikirlerimizin diğerleri üstünde yarattığı ithamlara ? Çünkü büyük planın sonunda, işaretleri okuyup şifreleri çözen, her mana ve anlamı bulmacada doğru karelere yerleştiren dekoder şahıs, kral ya da kraliçeye dönüşüyor. Büyük plan, bu mu? Karga bunu anons etmek için gakladı, kar taneleri ona taç olmak için düştü, tilki kuyruğunu onun pelerini olmak için salladı. Gök gürledi, yer yarıldı. “Ego” parladı da parladı. Şifreleri iyi okumayan diğer kusurlu non-dekoder şahıslar düşünsün şimdi.
Bir video izledim. Dünyada 690 milyon aç, yani varsa eğer bir yatağı, yatağına karnı doymamış olarak giriyor. Videoda bu insanların yapamadığını yapmış bir yoga hocası, benzer zor şartlar altında birkaç ay yaşayarak nasıl aydınlandığını anlatıyordu. Bu kişi, belli ki ileri seviye spiritüel uygulamalar ile ileri seviye bir yerlerde. En tepedeki üç çakradan, tanrıların çakrasından gökyüzünden bakıyor yeryüzündekilere. Araba ya da ev ya da bir ilişki sahibi olmayı istemenin beyhudeliğinden, bunlardan vazgeçmeden önce, zaten hiç sahip olmadan nasıl vazgeçtiğinden, zaten hiç istememiş olduğundan. Bir araba sahibi olabilmek için yıllarca para biriktirenlere, şu dünyanın yükünü paylaşmak, muhabbetle yaşayacağı bir ilişkinin hayalini kuranlara tepeden bakan spiritüel bir kibirle.
Ve spiritüel kibir. Geçenlerde bir araştırma yayınlandı. Scientific American’da. Meditasyon ve yoga gibi uygulamalar yapanlarda egonun nasıl şişip kendini üstün görmeye dönüştüğüne dair bir araştırma. Araştırmanın da gösterdiği ve hep konuştuğumuz gibi meditasyon benzeri ya da spiritüel uygulamalar yapanlarda öz-saygı yükseliyor, keza öz şefkat de. Diğerleri ile ilişkileri iyileşiyor, daha yardımsever ve paylaşımcı oluyorlar vb. Araştırma bunun ben-merkezciliğine katkısını onaylasa da sonra bunun sağlıklı bir öz-saygı artışı olabileceğinin de hakkını veriyor. Sağlıksız öz-saygının artıp ben-merkezciliğe dönüşmesini ise komünal narsisizm kriterine bakarak belirliyorlar. Kişinin öz-saygısı yükseliyor evet ama yükseliş ile kendini diğerlerinden, ait olduğu gruptakilerden ya da genel olarak tüm insanlardan daha iyi, daha yetenekli, daha özel, daha üstün ya da daha yukarıda değerlendirmeye başlıyor. Bıraksalar dünyayı değiştirebileceğinden, diğerlerinden daha yüksek bir bilince sahip olduğundan, diğerlerinden daha fazla çevreyi koruduğuna kadar vb, liste uzar da uzar. İşte bu komünal narsizm spiriütüel kibirin işareti. Kendini diğerlerinden üstün görmek. Bu durum, psikolojik bir çeşit rahatsızlığı da tetikleyebiliyor, işareti de olabilir ya da birlikte yürüyebiliyor. Grandiyöz Narsisizm. Büyüklenme sanrıları. Meali kendinin özel olduğunu düşünmek, buna inanma ve bunu destekleyecek gerçeğe yakın ya da gerçek üstü hikayeler anlatmak. Etrafında olan her şeyi kendisi için özel bir işaret olarak algılama, her şeyi kendisi ile ilgili sanma ya da diğerlerinin hep onun dedikodusunu yaptığını ve hatta çok ünlü olduğunu sanma gibi hezeyanlar yaşatıyor kişiye. Yeteneklerini aşırı abartabiliyor, bir bakmışsınız size ilkokuldaki başarıları ile övünebiliyor örneğin, ya da herkesin onun peşinde olduğuna dair hikayeler anlatabiliyor. Truman Şov diye bir film vardı, izlemedi iseniz listeye alın. O filmin tersine çevrilmişi gibi. Etrafındaki her şeyde bir mana, bir işaret, kendine dair bir işaret görmek de bu halin bir parçası. Grandiyöz Narsisizm bir hastalık, egosunu yendiğini söyleyip sürekli egosunu şişiren bu kişiler hasta olduklarının farkında bile değiller. Kendilerini ulak, kahin, peygamber, lider sanıyorlar ve bir şeylere inanma açlığı içindeki insanları da peşlerine takıyorlar. Sözde guru’lara şöyle bir bakın sosyal medyada…
Günün sonunda o karga size gaklamadı, o tilki size kuyruk sallamadı, o gül size aşık olmadı. Siz küçük prens değilsiniz. O bir hikaye kahramanı. Burası gerçek hayat. Hakikat ağır, hakikat çetrefilli, hakikat zaman zaman motivasyon kırıcı olabilir ama hakikatini yaşamak kadar parlak ve tatmin edici bir hayat ise yok. Kendi hakikatini yaşayan insanlara bakın. Hakikat sosyal medyada yaşanmıyor. Bu bir köyde gördüğünüz, bahçesindeki sebzelerinin ne kadar iştah açıcı bir yeşilde, narının kırmızısının ne kadar göz alıcı olduğunu anlatırken gözleri parlayan, her sabah erkenden titizlikle bahçesinin bakımını yapan öğleden sonraları ise gururla oturup küçük bahçesini izleyen İhsan Amca’da. Sürekli size sosyal medyadan mesajlar veren, kendini öven hikayeler anlatan, üstünde hep aynı urba varmış gibi gözükse de şatafatlı spiritüel pelerinini ve kibirini takıp takıştırıp tepeden sözler eden insanlarda değil. Tepe çakralarda değil, kalpten yaşamak İhsan Amca’nınki. Ayakları toprakta başı gökyüzüne uzanan, hakikatini yaşarken kimseden kendini üstün görmeden kalpten yaşamak. Bugün ağacının dalındaki nardan istersin verir, yarın istersin vermez. Bir çocuk gibi. Oyuncağını vermediğinde kötü olmayan, verdiğinde ise diğerine üstün olmayan bir çocuk gibi.
Şu an bunu okuyan sen gibi.
Kalbinden geldiği gibi…