“Her gün yeni bir gün. Sabah erken kalkana kadar, erkenden kalkıp kendini dışarı atana kadar bunu pek anlamak mümkün değildir. Evet, dersin; yepyeni taptaze bir gün. Yavaş yavaş ilerleyen, prangalı filin büyük gövdesinin ışığını perdelediği güneş ufukta top gibi yeni görünmüşken Delhi için bunu söylemek pek de mümkün değildi. Bayat bir hava, doğdukça yenilenmeyen daha da eskiyen bir günün pullu bir sabahı. Araba ağır ağır ilerliyordu. Araba da fil gibi ya hayatından bıkmıştı ya da henüz uyanamamıştı. Delhi’ye ilk kez geldiğimde, genzi yakan o havasının boğazına ilk dolduğu yer olan havaalanından şehre ilk süzüldüğümde o sisin içinde düşündüğüm ilk şey buydu. İlk kez gördüğüm her şey o kadar eskiydi ki ilk kez görmekten ziyade çok iyi bildiğim, hep yanında taşıdığım, yıllardır üstünde tuttuğum bir şeyi ilk kez görür gibiydim. Sanki bu şehir kafamın içiydi. Zihnim bir şehir olsa Delhi olurdu. Sevemedim, nefret etmedim, solumakta zorlansam da hızlıca geri dönme isteği duymadım ama kalmayı da düşünmedim. Tanıdıktı ama ilk kez görüyordum. Buna benzer bir şeyi ilk kez New York’ta Times Square’e metronun yürüyen merdivenleri ile arzı endam ettiğimde hissetmiştim. Tanıdık, sanki daha önce yaşamışım gibi ama ilk kez karşılaştığım bir yerdi. Yüzlerce filmde, onlarca dizide karşıma çıkan, binlerce karakterin geçtiği bir meydan. Tüylerim diken diken olmuştu, gerçek miydi yoksa film miydi diye sordu beynim. Kafam karıştı. Ne yapacağımı, ne yana gideceğimi bilemedim. Yine böyle tek başınaydım ama o tanıdıklık dışarıdandı. Bu bambaşka. İçeriye bakmak gibiydi. İçeriyi ilk kez anlamak ya da hissetmekten ziyade gözlerinle görmek.”
Hindistan’a yolculuk hep özeldir; derler ki ya aşık olursun ya da nefret edersin. Benim öyle keskin çizgilerim olmadı ama İstanbul’daki evimden 3 sene önce yola çıktığım Yeni Delhi’ye varıp oradan Vrindavan’da Holi kutlamalarına katıldığım, meşhur Taç Mahal’in bulunduğu şehir Agra’da sona eren 1 Mart günü hayatımın en uzun günü oldu. Mart mektubu mart başında çıktığım bir seyahatle ilgili düştüğüm notla açmamın sebebi yolculuk etmeye duyduğum özlem. Her sene martın ilk haftası benim için uzaklara seyahat anlamına gelir ve bu sene Kovid salgını sebebi ile bu anlamın yokluğu demek oldu. Çok sevdiğimiz bir şeye ulaşamaz hale gelince ne oluruz? Arkasından yas mı tutarız, depresyona girip kahreden mi oluruz, başka bir şeyi mi sevmeye çalışırız, yokluktan birtakım dersler çıkarıp duygularımızı görmezden mi geliriz ya da tam tersi yöne kırıp duygularımızın coşkun seline izin verip dramaların en büyüklerini mi sergileriz? Bir şey olmadığında nasıl tepki verdiğimiz bize kim olduğumuzu mu söyler? Yoksa biz sevdiklerimiz, iyi zamanlarımız, gezmelerimiz tozmalarımız, hobilerimiz, yapmaktan keyif aldıklarımız ile mi ifade oluruz? Sosyal medyalarımıza bakarsak öyle. Her şey yolunda ikenin ördüğü bir amigurumi oyuncak sevimliliğinde hepimizin hesapları, bunda bir problem yok. Bir öğrencim zor bir zamandan geçerken sadece iyi şeyler görmek istiyorum demişti, tamam, zor zamanlarda ihtiyacımız bu olabilir. Kötü zamanlar, yokluklar, hastalıklar, engellenmeler, istenmemeler, reddedilmeler, unutulmalar, sevilmemeleri vitrine koymayalım ama o zaman tam o noktada şu ayrımı yapalım, gördüğümüz şey gerçeğin bir kısmı. Gerçeğin çerçevelenmiş bir kısmı, çerçevelenen kısım ise en beğenilen ve parlak kısmı. Gösterenin göstermek istediği kadarını, göstermek istediği şekilde görüyoruz. Muhtemelen alınan onlarca-yüzlerce fotodan gösterilmek için seçilen bana sunuluyor, gülümseyen bir yüz mutluluk ile eşdeğer değil, coşkuyla açılmış gibi bir ağız illa ki o andan alınan keyfin ifadesi değil. Bir instagram akşını aşağıya hızlı hareketler ile çekerken ya da hikayeden hikayeye geçerken tüm bunları hatırda tutmak da kolay değil. Bir gün bir gönderide görmüştüm; başkalarının sana göstermeyi seçtikleri dışını için ile kıyaslama diye. Güzel özetliyor çünkü bu çukura zor zamanlarda düşüyoruz. Tatmin edilmemiş duygular yoğunken, bazı yokluklar ile cebelleşirken zannediyoruz ki dışarıda herkes partiler gibi bir hayat yaşıyor ve partiye sadece biz davet edilmemişiz.
Bir de yoga hocası iseniz eğer yarı-çıplak bir şekilde göz şenlendiren yoga pozları yaparken çekilmiş fotoğraf ve video paylaşmak zorundaymış gibi hissettirilme var. Çünkü böyle bir paylaşımın altındaki beğeni ve izlenme sayısı doğru yol bu der gibi. Takipçi sayını artırmak, popüler bir yoga hocası olabilmek, dolayısı ile işinde başarılı olmak için, “ Evet, evet en iyi yol bu", der gibi. Bu baskının sizi etki altına almasına izin vermeyin, çünkü en doğru ya da iyi yol bu değil. Instagram önemli bir araç olsa da çerçevelerin içinde gördüğünüz hiç kimseye benzemek zorunda değilsiniz, keyif ve zevk almadığınız hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsiniz, gerçekten kendinizi hem bedensel hem de kişisel olarak rahat ve kendiniz gibi hissetmediğiniz kıyafetler ya da çerçeveler ile poz vermek ve bu şekilde ifade etmek zorunda değilsiniz, sizi siz olmaktan dışarı savuran ne varsa reddetmek en güçlü seçiminiz. Bir gün kendimi bir seyahatimde uzun uzun bakarak içine girmek istediğim bir manzaranın önünde bir yogalı poz vermeliyim diye düşünürken buldum. Bu düşünce öyle geçici ve uçucu da değildi üstelik, bildiğin baskı altında hissettim. "Bu harika görüntüyü kaçırmamalıyım." "Fırsat bu fırsat." Yok bebeğim, şimdi bu fırsatı öyle bir kaçıracağım ki kimseler bilmeyecek: Huzur.
Bir gün bir doktor öğrencim aracılığı ile 5 saatliğine hastaneye yattım. Reaktif Hipoglisemi diye bir hastalık var, bunun için her yarım saatte bir kan şekerinizi ve insülin seviyenizi ölçüyorlar. Ben de biraz vakit geçirmek için hastane odasından bir iki hikaye paylaştım. Sonra insanlardan birkaç telaşlı mesaj gelince hemen kaldırdım. Gerçekten kötü bir şey olurken aklınıza sosyal medyanız gelmiyor ya da orada herhangi bir şey paylaşmak. İyi bir şeyler olurken, güzel manzaralara bakarken, güzel vakitler geçerken, güzel diyarlar görürken yeni ve keyif ya da heyecan veren deneyimlerden geçerken paylaşmak istiyorsunuz. Bu sadece kötü zamanınızı sansürlemek değil, içimizden gelmeyen de bir şey. Bize düşen şey bir görüntü ya da görsele bakarken bunun gösteren tarafından kontrol edildiğini unutmamaktır. Eğer bu görüntüyü alımlarken bunu unutuyor, herkes tatmin edilmiş bir hayat yaşıyor hissine sık sık kapılıyorsak, kendi duygusal karanlığınıza çekiliyor, o cümledeki gibi başkalarının kurgulanmış dışını kendi içimiz ile karışılaştırmaktan kendimizi alamıyor isek bu ay gerçek bir seyahat yerine sosyal medya tatiline çıkmak iyi bir fikir olabilir.
Not: Instagram hesabınızı 3-4 hafta askıya almak isterseniz app’ten değil web üstünden girerek dondurabilirsiniz. Size iyi gelmeyen hesapların gönderilerini ise “Sessize Al” butonu ile görmemeyi tercih edebilirsiniz.