Bu mektuba her gün tekrarlamak için “Beş Anımsama” ile başlıyorum. Zira bambaşka bir giriş paragrafı vardı, dün biraz toprakla uğraştım, tohumlar ektim, notlar aldım. Kafamın içinde akan düşüncelerin yatağı değişti. Sonra aklıma tohum ekmek ile ilgi bazı cümleler düştü. Onların yankısını ararken kendimi Buda'da buldum.
Benim yaşlanan bir doğam var. Yaşlanmaktan kaçmanın bir yolu yoktur.
Benim hastalanan bir doğam var. Hastalanmaktan kaçmanın bir yolu yoktur.
Benim ölecek bir doğam var. Ölümden kaçmanın yolu yoktur.
Benim için değerli olan ve sevdiğim herkesin değişen bir doğası vardır. Onlardan ayrılmaktan kaçmanın bir yolu yoktur.
Edimlerim benim tek gerçek varlığımdır. Edimlerimin sonuçlarından kaçamam. Edimlerim benim üstünde durduğum zeminimdir.
Peki edim nedir? Neyi ederim, neyi yaparım? Nasıl eylerim?
Yogada fiziksel bir duruş olarak bir pozu olmak ile o pozu yapmak arasındaki köprü her zaman samimiyetle yapılan pratikten geçer. Nedir samimi pratik? Bir diğerinin ya da diğerlerinin senin içinde açılmış onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce gözü ile bakmadan, görmeden içerden en kor çekirdek ile hissederek yapmak samimi pratiğin başladığı yerdir, o zaman olma haline kapı da aralanır. Samimiyetle yoga yapanın pratiği sadece matın üstündeki yoga pratiği ile sınırlı kalmaz. Yeryüzünün üstündeki her türden pratikte bu samimiyeti araştırmak mümkün müdür? Herhangi bir şeyi deneyim ederken tamamen bu deneyimle kalmayı öğretir bize samimiyetle yapılan yoga pratiği. Bir şeyi kafası dağınık, bir elinde telefon, az ötede televizyon açık, dışarıdan gelen seslere de kulak kabartan, bir yandan bir şeyler yiyerek ya da içerek yapmak gibi yogayı da bir yoga hocası bir şey diyor ben de yapıyorum havasında yapmak ya da bir başkası ile, ister yan mat ister internette görülmüş bir fotoğraf ile karşılaştırarak yapmak ya da böyle büyük büyük hislerin, yoğunlukların peşinde koşarak yapmak aynı kapıya çıkar. Ne zamanki tüm bu içimize tüneller kazarak açılmış, başkasından ödünç gözleri kapatır kalp gözümüzü açarız orada samimiyet başlar. Hareket de dolaysısı ile yarattığı his de dışarıdan bir yönlendirme ile yapılan bir şeyden ziyade içeride bir merkezi noktadan dışarıya doğru genişleyen, yayılan, kucaklayan ve kapsayan bir oluş haline dönüşür. Kalp gibi atmaya başlar. Önemli olan şu anda burada iken en iyi şekilde olmaktır. Aynı bir kalp gibi. Ve bunu mutlaka kendiniz için deneyim etmeniz gerekir, zira deneyim düşünceleri her zaman aşar. Bazen fersah fersah hem de..
Yapmak, olmak derken de yogada sadece fiziksel bedenden bahsetmeyiz, eninde sonunda besin bedendir kas ve iskeletten, yumuşak dokulardan oluşan. Birtakım protein bağlar, besin ve oksijen ile beslenmediği anda çürümeye başlayacak, çeşit çeşit mikrobik canlıyı besleyecek olan besin beden. Onun altında prana beden bulunur. Nefes ve enerji bedeni. Bu beden üstüne giydiğin diğer bedeni besler. Nefes ve enerji bedeni besleyen ise düşünce ve duygular bedenidir. Duyguların ve düşüncelerin nefesini belirler, enerjinin nasıl aktığını. Duygu ve düşüncelerin dalgalandığı yüzeysel suların altında daha derin sular, akıl bedenin bulunur. İlkelerin, seçimlerin, daha sarsılmaz inançların ve bunların işlediği zeka/aklın. Politik bedendir de bu aslında. Dünya dönmeye devam ederken, mikro makro savaşlar sürerken sen bunların neresinde durmaktasındır? Tarafını seçtiğin bedenin. -miş gibi yapmalar ya da yapmamalar, haklının mı yanındasın hakkı satın alanın mı, küçük ya da büyük çıkarların ile neyi takas etmektesin, bu takasları yaparken sen hala sen olarak kalıyor musun? Ben dediğin kişiden memnun musun? İşte bu bedenin yaşamın ile uyum ve ahengini söyler. Aklıma bu bedenden bahsederken Günlerin Köpüğü adlı Boris Vian kitabı gelir. Sevdiği hasta kadını kurtarmak için bir işe giren şair adam iş icabı silahların üstüne yatar ki silahlar büyüsün, gelişsin, birilerinin canını almak için hazır hale gelsin. Silahları bedeni ile besler. Öyle bir iştir ki bu silahlar büyürken insan bedenini eritir, sağlığını bozar. Bu beden ile uyum halinde yaşanmayan bir hayat bu benzetmeyi çağırır zihnimde.
Tüm bu bedenlerin altında ise saf bilinç, mutluluk bedeni yatar. Hepsinden azadedir çünkü burası aşkın bedendir. Tanrı’nın kendisi burada yaşar. Ben o’yumdur, o bendir. Okyanustan bir damladır ama okyanusun kendisidir de. İşte hiçkimse olduğumuz beden de burasıdır. Hiçkimsedir çünkü herkeste bu damla vardır. herkes okyanusun kendisidir. Hiçkimse ayrı değildir, o yüzden en derinde herkes olduğumuz için hiçkimseyizdir. Oksijen ve besin ile beslenmediği andan itibaren diğer tüm bedenler geri dönüşüme girecektir. Bziden geriye hiçkimse olduğumuz tek bir beden kalacaktır ki o da bize ait değildir. Ama bizi biz yapan da tam o merkezdir. Bir çemberin merkezi gibi. Etrafına bir grup insan, bir grup beden ya da bir grup hiçkimse olarak diziliriz. Çember oluşur, merkezi boştur ama merkez de odur. O boşluktur. Herkes gittiğinde ise geriye kalacak olan da boşluktur. O boşluğun etrafına dizilecek bir başkaları yine olacaktır. O boşluğun etrafına bir başkaları aracılığı ile çembere dizilecek olan yine bizdir. Hiçkimse olursan sonuza dek yaşayacak biri olursun. Ama “ben” değil herhangi biri olarak…
Hepimiz gittiğinde kalacak o boşluğu hatırda tutarak yaşamak mümkün müdür? Hiçkimse olmadığını hatırlayarak, herkes olduğunu unutmadan ve aslında boşluktan gelip boşluğa geri döneceğini bilerek? O zaman anlayışının sınırları nereye kadar genişleyebilir? Ben’in dışındaki her şeyin de sen olduğunu bilince? Benim çocuğum dediğin ile dünyanın bir ucunda sana hiç benzemeyen bir başkasının çocuğu arasında hiçbir fark olmadığını bildiğinde? Kendi çocuğun için ne istiyorsan tam olarak hepsini, bir arşın kadar bile daha azı olmadan onun için de istemeye başladığın yer burası olabilir mi? Budizm der ki sahte sınırları yıkmak için kendimizi bizim dışımızda olduğunu düşündüğümüz şeylerde görmeyi öğrenmeliyiz. Ve onlar gerçek boşluğa “harikulade oluş” derler, çünkü bu varolmayı ve varolmamayı aşar.
Eveti hepimiz çok özel ve biriciğiz. Ama hepimiz, istisnasız. İşte bu bizi ayrıcalıklı değil eşit kılıyor.
İnsanlar başlarına çok kötü şeyler geldiklerinde haklı olarak isyan ederler. “Neden ben?” Çok haklı bir soru neden onca insanın arasında ben diye sormak. Ama bunu sorarken kendimize şunu da sormalıyız, ayrıcalık mı talep ediyorum? Neye dayanarak? Etmiyor isem başka zamanlar için bir o kadar haklı bir başka soru var. “Neden ben değil?”