Ellerin üstünde olmak ya da olmamak? - 1

Ters Durmak ya da Durmamak?

Ters duruşlar yoga pratiğinin en ayırt edici poz gruplarından biridir. Yani siz özelikle jimnastik benzeri bir disiplinde çalışmıyorsanız fitness salonlarında kimse sizi ters düz edecek hareketler ile forma sokmaya çalışmaz. Diğer yandan dışarıdan da en çekici gelen pozlar grubudur. Bu anlamda biraz da akrobasi içerir gibi görünür dışarıdan. Ancak ters duruşların ne akrobasi ile ne de forma girmek ile ilgisi vardır. En basit haliyle kalbin baştan yüksekte olduğu her duruş ters duruştur. Ayakta öne katlandığınızda da ters duruş yapıyor olursunuz. Ancak burada bahsetmek istediğim tüm bedenin tersine döndüğü, ayaklar yerine ellerinizin, başınızın, çenenizin ya da omuzlarınız zemine yerleşip en altta olduğu ayakların bolca hava aldığı pozlar. Ve ilk önce diyeceksiniz ki ayaklarımın üstünde durmak varken niye amuda kalkayım? Çok haklı bir soru olur bu. Ayaklarını yere basmayı bilemeyen bir uygulayıcıya haydi ellerinin üstüne kalk demenin hiçbir anlamı yoktur. Ve çoğu insan yere doğru basamadığının farkında bile değildir, çünkü ayakta durma ya da yürüme eylemi ayağa kalkmayı yeni öğrenmiş bebeklik döneminden beri öylesine ezberlenmiş ve otomatik yapılır hale gelmiştir ki bunun için artık özel bir çaba gerekmemektedir. Maalesef pek çok kişi ayaklardan yere, biricik güç kaynağımız zemine köklenemediği için yaşar pek çok bel, sakrum ya da omurga problemini. Bu açıdan ters duruşlara ışık tutarsak bu asanalar (yogada duruşların sanskritçe adı) köklenme ve dengenin en derinleşmiş çalışmalarından biridir. O yüzden de ters duruşlara giden yol ayaktaki duruşlardan başlar. İBu yüzden ilk üç dersin sonunda ellerinin üstüne kalkmayı arzulayıp da yogaya başlayanları hayal kırıklığı hemen köşe başında beklemektedir. Önce ayaktaki poz gruplarında uzun süre vakit geçirir, çalışırsınız. Önce doğanın size halihazırda bahşettiği anatominin gereğini yerine getirip ayaklar ve bacaklar ve kalçalar ile köklenmeyi çalışırsınız. Bu öyle iki-üç ayda da halledilecek bir şey değildir. Bir de tabi anatomi gereği kollar ile bacaklar aynı bileşene denk düşmez. Bir kere bacaklar kollara göre çok daha ağırdır ve en büyük kas grupları bacaklarda bulunur. Bu da demektir ki kollar eğer bacakları taşıyacaksa bacakların tam olarak duruşa angaje edilmesi gerekir. Bacak kasları uyanık ve aktif olmalıdır ki kendi ağırlığını gökyüzüne doğru da çekebilsin.

Ellerin üstüne kalkmadan önce ayakların üstüne basmayı öğrenmek

Çoğu zaman İstanbul’da bir dersten diğerine, bir toplu taşıma aracından diğerine yetişmeye çalışırken kendimi önümde benim gibi acele ile yürüyen insanları incelerken bulurum. Hızla vapurdan inmiş tramvaya yetişecekseniz havaya değil haliyle yere doğru baktığınızdan ister istemez önünüzdeki yayanın yere nasıl bastığını, nasıl yürüdüğünü, kalça ve bacakları arasındaki ilişikiyi gözlemlemek kolaydır. Ve çoğu insanın tam olarak yere basamadığını duymak sizi de şaşırtmayacaktır. Tabi bunda ortopedik olmayan ayakkabı model ve tabanlarının da katkısı çok büyüktür tahmin ediyorum. Kimisi içeriye basar, kimi dışa. Ayağın dört köşesi ile hakkını vererek köklenmek, yavaş ve sağlam adımlar atmak İstanbul gibi büyük bir şehirde oradan oraya koşarken ne mümkün elbette ama tam da bu köklenme yetisi ve zeminle kurduğumuz ilişkimiz omurga sağlığı kadar, postürümüzü ve hatta omuzlarımızın üstünde duran başınızın açısını bile belirliyecektir. Daha önemlisi tam da bu yüzden zihin sağlamıza, dikkatimizin kalitesine bile etkisi çok büyüktür. Zemine köklenemeyen ayakların taşıdığı başın içindeki düşünceler de zeminle aynı ilişkiyi aynalar. Uçuş uçuş düşünceler, odaklanamayan dikkat, sakarlıklar, unutkanlıklar… Hepsi zemin ile iki ayak üstündeki beden ilişkisinin parçasıdır. Başladığımız noktaya geri dönmek gerekirse köklenme çalışmasının zirve noktasıdır ters duruşlar. Zemin ve yerçekimi ile kurulan ilişkinin ince ince dantel gibi işlenmesidir. Çünkü ayakların üstünde yürümeyi öğrendiğimiz günden beri ezbere yaptığımız aynı iş ellerimizin üstünde tüm dikkat, beceri, güç ve en önemlisi odaklanmamızı talep eder bizden. Üstelik duruşun doğası gereği hemen yanıbaşımızda bekleyen düşme tehlikesinin stresi altında. Heyecan verici bir çalışmadır haliyle.

Kolay mı zor mu? Ya da kolay ve kısa bir yolu var mı?

Zor olacak diyemem ama kolay olmasını beklemek de saflık olacaktır. Özellikle odanın ortasında el duruşunu 10 saniyeden fazla tutmak oldukça derin ve güçlü bir çalışma. Daha önce ayakların köklenmesi için vurguladığım zihin faktörü burada da kapımızı çalar. Güç deyince sadece kasları, bisepleri, trisepleri düşünmeyin. Zihin için de, irade ve disiplin için de müthiş güçlü bir çalışmadır. Bir kere bir el duruşuna kalkmak için binlerce tekme atacaksınız havaya. Hiç vazgeçmeden. Çünkü inanın bana defalarca olmayacak olmadıkça da imkansızmış gibi gelecek ve yine inanın bana bir gün imkanlı olacak. O gün mümkün olsa da yanınızda olup gözünüzdeki ışığa şahit olabilsem.

Peki nasıl? Sürece Güven!

Ters duruşlar sizden düzenli bir pratik, bunun için disiplin ve irade talep eder. Önce düzenli bir pratik için her gün yoga matının üstüne geleceksiniz.

Kafa üstü düşmek ürkütücü bir fikir, o yüzden cesaret talep eder. Yoga yolunda yürümeye devam ettikçe o cesaret de yavaş yavaş inşa olmaya başlayacak, sürece güvenin.

Ters duruşları her yoga dersinin az çok parçası olarak bulabilirsiniz. Bir başlangıç sınıfında bile ters duruşlara giden yolun da ilk tohumları vardır. Mesela yoganın en bilinen hem bir poz olarak hem de pozlar arası geçiş olarak kullanılan aşağı bakan köpek diye bir poz vardır. Herkesin erişimine açık kolay ve süper yararlı bu poz el duruşuna da en önemli hazırlık pozudur.Bu 4 ayaklı pozda en temelde kalp kafanın üstünde konumlanır. Bilinç ve farkındalık yeni bir haritalanın başındadır, yeni ve yabancı bir algı penceresi açılmıştır bile. Yeni yogaya başlamış olanları derste aşağı bakan köpeklerinden hemen ayırırsınız, ileriye bakmaya alışık gözler yine ileriye bakmaya çalışır, halbuki artık gördüğümüz resim ilerisi değil kendi ayaklarımızdır. Gündelik hayatta hep kalbin üstünde ya da aynı düzlemde konumladığımız kafa ve dolayısı ile mekan algımızın ve bedensel kontrolümüzün çoğunun sorumluluğunu yüklediğimiz gözler de dünyaya başka bir açıdan bakmaya başlamıştır. Bu haliyle bile en basit ve temel pozlarda bile ters duruşların hazırlığını bulursunuz. Beden parçalarının alışılmışın dışında konumlanmaya başlaması sayesinde başka bir duyu grubu daha etkin çalışmaya başlar. Örneğin başın ve gözlerin bedendeki konumu değiştiğinde dolayısı ile beden dolaşımında da başka bir yerinde konumlanırlar, üstündeki basınç değişir, ısısı değişir. Bu değişimi algıladığımız duyu grubu ise interoseptif denilen uyarı alıcı duyulardır. Bütün beden ile ve hatta iç organlar ile duyumsadığımız bir hareket ve pozisyon alma bilgisi. Uyarıcı alan bu duyu mekanizması, özellikle beynin propriyosepsiyon denen beden parçalarının birbiri ile ve ortamla nasıl bir ilişki içinde olduğunu bilen iç algı, düzenli yoga uygulaması ile hiç olmadığı kadar uyanıp gelişmeye başlıyor. Sürece güvenin derken kast ettiğim süreç batın olarak bu sistemin çiçek açmasına zahir olarak ise bedenin düzenli pratik ile güçlenip esnekliğe kavuşmasına bağlı. Böylelikle süreç içinde ters duruşlar da fizanda görünürken yavaş yavaş çok da uzak olmayan bir ihtimal haline dönüşür. Ve bir gün gerçek olur…

2 bölümlük bir yazının ilk bölümüdür.