Yogaya Dair 10 Maddelik 10 Yazı 2

10 Maddede Neden Düz Yogacı Yok Hepsi Eğitmen:

Neden öyle olduğuna dair 10 maddeden ziyade yoga uzmanı/eğitmeni olmanın ne kadar “iyi bir şey” olduğunu alt alta getirmek istiyorum. Neden bu yogaya başlayanlar, yoga tarafından sarılanlar bir süre sonra “düz yogacı” olmaya devam etmezler de eğitmenlik eğitimine katılırlar, ders vermeseler bile yoga uzmanıyım derler ve demekte ne kadar da haklılar?

  1. Evde kendi pratiğinizi yapar olursunuz. Öncelikle eğitmenlik eğitimleri yoga hocası yetiştiren eğitimlerden ziyade bir süredir yoga ile hem hal olan kişinin bu yolda biraz daha derinleşmesinin, deneyimini hem bilimsel olarak anatomi bilgisi ile, hem alt yapı olarak tarihsel ve birikimsel bilgi hem de enerji terimleri ile yararlı ve işlevsel bilgi ile genişlettiği süreçlerdir. Bu sürecin sonunda size kalan en pratik şey eğitimle beraber poz gruplarından sekanslamaya kadar pek çok şeyi öğrendiğiniz için rahatlıkla evde kendi uygulamanızı yapar hale gelmiş olmanızdır. Artık stüdyo üyeliğine para ödemeniz gerekmez mesela. Elleri ovuşturmak da bir mudra sayılabilir bu anlamda.

  2. Neyi neden yaptığınız öğrenirsiniz. Yogada aslolan deneyimdir. Önce uygulama. önce pratiktir. İlla uygulama, illa pratiktir. Gerisi sonra gelecektir. İşte tam da bu gerisi uzmanlık eğitimi ile gelir. Siz birine bir yoga dersi vermeden önce kendi pratiğinize dair pek çok bilgiye haiz olursunuz. Çünkü bilgi güçtür, kontroldür, hakimiyettir ve buradaki manası tam olarak pratiğinizi kontrol edebilmek, onu yönetebilmektir. Öğrendikçe uygulamanız dönüşür, öğrendikçe yoga bilginiz değişir, deneyim çeşitlenir ve zaten bir süredir size çok iyi gelen yoga hayatınızın daha geniş bir alanına yayılarak tarafınızdan paylaşılmaya hazır gelir. Mayalamak gibi. Bilgi deneyimi mayalar, oradan çıkan bilgiyi mayalar.

  3. Bedeninizi ve kendinizi daha iyi bilirsiniz. Deneyimin üstüne kattığınız bilgi ile hem deneyim hem bilgi mayalanır. Siz de derinleştikçe kendinizi, bedeninizi, anatomik avantajlarını, anatomik dezavantajlarını keşfeder, uygulamanızı ona göre uyumlarsınız. Birine ders vermeden,önce diyelim ki temel bir eğitimdesiniz, bu 200 saat boyunca irdelediğiniz, deney yapıp bulgu ve sonuçları karşılaştırıp değerlendirdiğiniz laboratuvar sizsinizdir, kendiniz. Deney yaptıkça bedeninizi ve dolayısı ile kendinizi daha yakından tanırsınız.

  4. Daha az doktor masrafınız olur. Özellikle terapötik odaklı eğitimler beden ve zihin sağlığınızı düzeltmek için gerekli araçları bilmenizi ve uygulama vasıtası ile bu araçları edinmenizi sağlar. Alet çantanızı genişletmek gibi. Örneğin ben senelerdir fizik tedavilerde yatıp yuvarlandığım, daha 22 yaşında teyzelerden senin burada ne işin var diye azar işittiğim bitmeyen bel ağrılarımın sebebinin belimden değil de sakrumumdan kaynaklığını bir terapi uzmanlaşma eğitiminde keşfettim. Pratiğimi ona göre değiştirdim, üstüne okudum, araştırdım, deneyimledim ve bir daha ne fizik tedaviye ne de doktora gitmeme sebep olacak şekilde bana iyi gelen yoga araçlarını edindim.

  5. Daha az incinirsiniz. Yoga uygulaması bedensel bir uygulama olduğundan size matın üstünden şifa getirse de tam da aynı sebepler kaçınılmaz birtakım sakatlıklar, incinlemeler de bu işin diken olacaktır. Siz ya da sizi cesaretlendirmek isterken hocanız sizi henüz hazır olmadığınız sınırlara itmiş olabilir, itebilir, itecek olabilir. Bedeninizin avantajlarını ve dezavantajlarını öğrenmenizi bir adım sonrası bir incinme karşısında avantajların nasıl da dezavantajlara, dezavantajların nasıl da avantaja dönüşebileceğini görmektir. Neyin sizi nereye taşıyacağı neyi zorlamanın sizi yogadan kaç ay ayırabileceği buna dahildir. En büyük dersler incinmelerden gelir ki alınacak ilk ve en temel ders bir daha aynı hata ile incinmemektir.

  6. Daha iyi iletişim kurarsınız. Kendiniz ifade etmek için kendinizi bilmeniz gerekir. Kendinizden aldığınız referans ile etrafınızı saran çevreyi bilirsiniz. İnsan sadece bağımsız bir beden ve akıldan ibaret değildir. O akıl ve bedenin varlığı kadar o varlığın diğer varlıklar ve çevresel şartlar ile nasıl temas ettiği hem o varlığı belirler hem o varlık da etrafını şekilledirir. Bunun için iletişim kurmak gerekir. Kendi bedeni, kendi yapısı, kendi kalıpları, tekrar ettiği örüntüleri, düşünsel ve duygusal eğilimlerini deneye tabi tutup onlara bir mesafeden bakmayı öğrenen kişi, kendine dair objektif bir bakış kazanan bir yoga hocası adayıdır artık. Kendiniz ile kurduğunuz bu mesafeli ve reaksiyon yerine cevap vermeye dayalı bu ilişki merkezden diğer tüm ilişki ve bu ilişkiler dahilinde kurduğunuz tüm iletişim biçimlerinize yansıyacaktır.

  7. Kendinizi ifade etmeyi öğrenirsiniz. Şimdi bir önceki maddede yazdıklarımın hepsini buraya ekleyin. Sonra hepsini bir tarafa atın; eğitmen adayı iseniz bir başkasına ayağını nereye koyacağını eli ile ne yapacağını söylemeye hazırlanıyor iseniz konuşurken seçtiğiniz kelimenin net, anlaşılır ve temiz bir ses tonu ile aracılık ediyor olması gerekecektir. Bu hem içerik hem de biçimde oluşan bu berraklık ise dolmuş şoförü ile de patronunuz ile de olan ilişkiye illa ki yansıyacaktır. Ve hatta yazma kabiliyetinizi bile geliştirecektir.

  8. B planınız olur. O nefret ettiğiniz ya da çok sıkıldığınız işinizden kanatlanıp uçma vakti geldiğinde yapabileceğiniz bir işiniz durur köşede. Birilerine ya da bir yerde yoga dersi verebilirsiniz bu eğitimi bitirdiğiniz zaman. Ne zaman mı? Tam zamanında. O işi bırakma zamanı geldiğinde. Ders verme vakti geldiğinde. Ama beklemeyin o zamanın gelmesini, bırakın gitsin, ilk dersi verin gitsin. Temel bir eğitim derse başlamak için hazır olacağınız o başlama çizgisine sizi taşıyacaktır evet, ama çizginin ötesine ilk adımı sizi atacaksınızdır.

  9. Dönüşüm pratiğiniz bir üst seviyeye taşınır. Ben dersime katılanlardan bazen duyarım. Yoga ilk başlarda çok iyi hissettiriyor diye. Sonra yine iyi ama biraz da rutin gibi. Yeni başladığınızda her şey yepyeni olduğu için daha fazla hissedersiniz. Bedenin de zihnin de mat üstünde olmakta olduğu şeye karşı direnci yüksektir çünkü, bu direnç ise gerilim ile hissetmeye şartlanmış biri için gümbür gümbürdür. Ve dolayısı ile yogaya yeni başladığınız zaman aynı bir aşk ilişkisinin başları gibidir. Heyecanlı, sürprizli, pır pırlı. Pratik ilerledikçe direnç azalacağı için kişi hissetmeyi de en başlarda olduğu kadar sarsıcı bulmaz. His derinlere kaçmış gibidir. Aslında olan farkındalığın da hassasiyetin de incelmesidir. Aynı sürdürülebilir olması için bir ilişkinin özen ve incelik istemesi gibi. Bir grupla ya da özel derste bir hocanın eşliğinde yaptığınız yoga uygulaması artık yeni bir katmana ulaşmaya çalışmaktadır ve o katmanın önündeki en büyük engel dışarıdan gelen yönlendirmedir. İşte bir uzmanlaşma eğitiminin size vereceği ilk hediyeye geri geldik, kendi pratiğini yapma yetisi. Kendi sınırlarını kendi alanı ve yönelimi içinde, kendi iç sesi ile bulma araştırması. Siz artık herhangi bir dış sesin önderliği olmadan kendi iç sesiniz ve sezginiz ile hareket etmeye başladığınızda kaza kaza dayandığınız sert kaya zemin yumuşamaya ve daha derin bir deneyimin sizi kucaklamaya hazır olduğunuz yerdir. Aşkın ateşinin yumuşak ama hiç sönmeyen ışığında ısındığınızı hatırladığınız yerdir burası.

  10. Paylaşmak gibisi yoktur. Yolun sonu buraya çıkar. Paylaşmaya. Pratiğinizde derinleştiniz, öğrendiniz, deney ettiniz, deneyimleri tüplere koydunuz, tüpleri kırdınız, karşılaştırdınız, anladınız, anlamadınız, daha fazlasını okudunuz, araştırdınız, sordunuz cevapları not ettiniz, küstünüz, geri döndünüz, kendi pratik disiplininizi kurdunuz; yol geldi dayandı bitiş çizgisine. Bu bitiş çizgisi aynı zamanda başka ve yeni bir başlama çizgisi. Ders vermeye başlama çizgisi. O çizgiden ötesine yürümeye hazırsınız. Numara 8’inde dediği gibi o seçim size ait olacak. Bir seçim yapma şansını size bahşedecek olan şey, işte bu eğitimler. Seçim size kalmış. “Siz” deyince “bilinçli siz” i düşünmeyin hemen. Mayayı hatırlayın. Siz elinizden geleni yaptınız, eğitimi veren hoca size bildiği her şeyi seçici bir metot ve belli bir süre çerçevesinde size aktardı. Mayaladığı/nız (beraberce) hamur sobanın yanında, aşk ateşi ile mayalandıkça mayalanıyor. Derken hamur taşar ve başkalarına da paylaşılmak için can atar. İşte bu taşma paylaşma vakti gelmiş demektir. O hamuru paylaşmak hamuru yoğurmaktan, çoğalmasını beklemekten bin kat keyifli, şifalı ve iyilikle dolup taşılı olacak.

Son söz; yeni ders vermeye başladığımda derslerden sonra ağzımda sanki bir coşkunun tadı kalırdı. Derste kaç kişi varsa o kişi ile o kişi kadar yoga yapmış o kişi kadar hareket etmiş, ferahlamış ve şifalanmış hissederdim. Şimdi o katman sert bir kayaya geldi dayandı. Vakit derinleşme ve uzmanlaşma eğitimi verme vakti. Biriktirdiğim, deneyimlediğim, öğrendiğim, karşılaştırıp yanlış öğrendiklerimi elediğim, eğitimlerde aldığım bilginin kaynağına inip ilk elden araştırdığım, yıllardır aklımda beliren her sorunun cevaplarını not ettiğim, okuduğum, okuduğum kadar mat üstünde her gün pratiğime devam ettiğim 6 yıllık hocalık serüveninin çıktığı yol da tüm bunları paylaşmak. Maya pratikle ve araştırma ve deneyim ile mayalandıkça büyüdü, boyumu aştı. Terapötik Odaklı Derinleşme ve Uzmanlaşma Eğitimi 21 Aralık’ta başlıyor. Niyeti olanları mayayı paylaşmaya ve kendine özel ateşinin yanında büyütmeye bekliyorum.

Detaylı bilgi için:

http://www.yogabakkali.com/200-saatlik-terapotik-odakli-yogada-uzmanlasma-egitim/

Yogaya Dair 10 Maddelik 10 Yazı 1

Yogaya Başlamak için 10 Sebep:

(kaldıysa hala başlamayanlar için)

Yogaya başlamak için pek çok sebep yazıldı, çizildi, pek çok liste yapıldı, elden ele dolaştı. Bu da benim gerekçelerim. Benim hayatıma tuttuğu ışıktan yansıyanlar ile yogaya dair tavsiyelerimi derlediğim Yogaya Dair 10 Maddelik 10 Yazı Dizisi’nin ilki. Belki sizin beklediğiniz sebeplerden biri aşağıdadır, sonunda sizi ikna edecek şekilde formüle edilmiştir. Ya da ne zamandır sizinle yogaya gelmesi için dil döktüğünüz, yoganın çok iyi geleceğine inandığınız arkadaşınız içindir. Buyrun:

  1. Parlarsınız. Hem de nasıl. Yoga pozları bedeni şekilden şekle sokarak, kah öne eğerek kah arkaya, kah yan kah kalp açarak kah ters çevirerek kah iki ters bir düz sistemi bir güzel çalkalar. Gerek bedenin her köşesine taze oksijen yüklü kanı, canı taşıyan dolaşım sistemi gerekse bedenden çer çöpü, atık olan ne varsa toplayan lenf sistemi en ücra köşelerine hiç olmadığı kadar uyarılır. Bunun sonucunda teniniz parlar, saçınız parlar, gözünüz parlar, siz parlarsınız. Arkadaşlarınız sizi görünce şöyle bir gözlerini kısar.

  2. Rahatlarsınız. Yoganın strese ne kadar iyi geldiğinden bir de ben bahsetmeyeceğim. Onu çok duydunuz. Yoga (hızla hareket edilen, sürekli sıçrayarak geçişler yapılan, aşırı güç talebi olan uygulamalar hariç) parasempatik sinir sistemi ile tandem çalışır, onu diyeceğim. Diğer spor ve efor isteyen aktivitelerin yarattığı “dövüş ya da kaç” aktivasyonunun tersine yogada sisteme “gevşe ve rahatla, güvendesin” sinyali gider. Zorlu bir dersin sonunda bile kaslar gibi gönül telleri de gevşemiş olur.

  3. İnanırsınız. Aman kaçmayın, Vişnu’ya ya da Şiva’ya değil. Yapabileceğinize, olabileceğinize. Ben esnek değilim ki yoga yapamam kalas gibiyimcilerle ben çok güçsüzüm diyen deniz anası kıvamlı eklemlerin sahipleri yan yana matlarda aynı yolda ama farklı bir yolculuğa çıkar. Matın üstüne tekrar gelmelerini sağlayan şey ise her seferinde daha da güçlenen inançlarıdır. Yapabileceklerine, olabileceklerine. Önce kalas gibiyimciler esneklik isteyen pozlarda, deniz anası kıvamında eklemgiller güç isteyen pozlarda etraflarını umutsuz seyredalarlar, denemezler bile ama sonraki zamanlarda her iki türü de elinden gelenin en iyisini denerken görürsün. Kendilerine inanmışlardır.

  4. Güçlenirsiniz de. Düzenli yaptığınızda, haftada birden fazla yoga dersine katıldığınızda güçlenmeye başladığınızı görürsünüz. Bu güçlenme “elime verseler 20 kilo çekerim” ya da “çaktım mı oturturum” güçlenmesi değildir. Kök güç dediğimiz derindeki kasların poz ve nefes dokunuşuyla uyanması ile iskeletinizi saran yapı güçlenmeye başlar, daha derinden gelen bir güç ile ayaklarınızı yere daha sağlam bastığınızı, sağlam durduğunuzu, enerji olarak çok daha güçlü olduğunuzu fark edersiniz.

  5. Esnersiniz de. Hem sadece bedeniniz değil. Zihniniz de esnemeye başlar. Yoga da neymiş nümayişleri ile cemiyet toplantılarında atıp tutan çok delikanlı gördü yoga matları. Bir daha da ayrılmadılar o matlardan.

  6. Uzarsınız. Bu mübalağa gelebilir. Ben de birkaç santim eklenecek boyunuza demiyorum zaten. Köklendikçe güçlenecek, köklendikçe uzayacaksınız ve bu da bir süre sonra duruşunuzu değiştirecek. Yer çekimi ile omurganızın ağırlık noktanızın üstünde kalan kısmı arasındaki o amansız mücadele hafifleyecek, ayaklarınızın üstüne kalçalarınız kalçalarınızın üstüne göğüs kafesiniz ve en üste başınız hizaya girince daha uzun görünmeye başlayacaksınız.

  7. Seversiniz. Şaka değil. Yoga sevme kapasitenizi artırır. Önce kendi matınızın üstünde avantaj getiren kısımlarınızı seversiniz, bu kolay olandır; sonra dezavantaj yaratan kısımlarınızı seversiniz, bu biraz zaman alır. Sonra yan mattaki insanı seversiniz çünkü dışarıda karşılaşsanız da sevebileceğiniz türdendir ve bu da kolay olandır; sonra diğer yan mattaki insanı da seversiniz, bu biraz daha zor olacaktır çünkü o dezavantaj yaratan kısımlarınızla kurduğunuz ilişkiye benzer. Nihayetinde seversiniz çünkü o da sizin gibi sevabıyla günahıyla insandır ve elinden gelenin en iyisini yapmaktadır. Sonra onu da dışarıda karşılaşsanız göreceğiniz hali ile değil teriyle, şekilden şekle giren yüzüyle, paçası sökük taytıyla “olduğu gibi” seversiniz.

  8. İncelirsiniz. Bir stüdyoya koşup da şu kalori yakımı ölçen saatlerinizin tuşuna basıp derse girmeyin, aman diyim. Hayal kırıklığına uğrarsınız. Yoga dersleri yağ yakıp kalori harcadığınız yerler değil. Yoga yaptıkça dolaşımınız iyileşip nefesiniz değişmeye ve beden sağlık kazanmaya başladıkça sinir sisteminin ayarları da optimize olmaya başlar. Farkındalığınızla birleşen bu optimizasyon artık neyi neden yediğinizi de görmenizi sağlar. Hangi durumlarda karbonhidratlı ya da yağlı ya da şekerli yiyeceklere saldırdığınızı görürsünüz. Bunu gördükten sonra matın üstüne gelme disiplinini gösteren kişi bunu değiştirme iradesine de sahip kişi olduğunu görür.

  9. Affedersiniz. Yoga dersleri yağ yakıp kalori harcadığınız yerler değil dedik çünkü karma yaktığınız yerler. Matların dili olsa da konuşsa. Yoga pozlarının sizi şekilden şekle sokmasının bir diğer sonucu “bir ihtimal daha var” uyanışıdır. Hiç böyle durmamıştım eşittir hiç böyle düşünmemiştim. Ayaklarınız tepede, başınızın tepesi yerde, ayaklar yükseklik korkusu çekerken dünyaya ve içinde sürüp giden karmaşaya bambaşka bir açıdan bakarsınız. O çok kızgın olduğunuz arkadaşınız değil belki de sizmişsinizdir hatalı olan ya da o kadar da haklı değilmişsinizdir ya da diğeri o kadar da haksız değilmiştir. Gerisi size kalmış.

  10. Kendinizi tanırsınız. Yoga matı aslında bir aynadır. O aynanın karşısında şekilden şekle girip o şekiller içinde uyanan düşünceleri, o düşüncelerin çağırdığı duyguları görürsünüz. Bir çeşit gerçek hayat simülasyonudur. Kalabalık sınıflarda yapsanız da yoga bireysel ve yalnız bir pratiktir. Ve sana ait aynada kendini, kurduğun ilişkileri, ilişki biçimlerini haritalarsın. Olduğu haliyle. Daha önce birilerinin sana söylediği, dikkatini çektiği, sınırlandırdığı, cezalandırdığı ya da övüp cesaretlendirdiği haliyle değil. Özünde olduğu gibi. Bedeni alışık olmadığı bir pozun içine soktuğunda gündelik hayatta alışık olmadığın durumlarda ne yaptığını da gözleme şansın olur. Yabancı hisler, yabancı kişiler gibi omuzlarını hemen kulaklara mı çekiyor, dişlerini mi sıkıyorsun yaptığın şey istediğin gibi olmadığında ya da yoga hocası kollarını kaldır dediğinde aşırı bir görev hissiyle sıkılmış avuçlar mı havaya kalkan? Görüyorsun, keşfediyorsun, biliyorsun. Kendi kendine kendin için. Kendini bilmek kadar duygusal anlamda hayatı kolaylaştıran bir şey yok. Değişim mi? Siz kendinizi bilince o zaten yolda sizinle yan yana yürüyor. Nihayetinde tohum açacağı çiçeği planlamıyor, açtığı çiçeğin tadını çıkarıyor.

Mükemmeli ararken yağdı da bir yağmur

“Yok yok, burası olmaz, az ilerde daha güzeli vardır, kesin.” “Burası güzel ama yok, biraz pahalı.” “Yok, buranın dekorasyonu o kadar da güzel değil.” “Yok yok, burası istediğim kadar yerel bir görünüme sahip değil.” “Çok yoruldum. Ama dur, az ilerde güzel bir meydan var galiba. Bir de oraya bakayım.” “Bu da değil, Biraz daha yürüyeyeyim.” “Çok da açım ama az daha gayret, az ötedeki güzele benziyor.” “Bu kadar baktım, dur birkaç yüz adım daha atayım” Yorgunluktan ve açlıktan bayılmak üzereyim ama o mükemmel kafeyi arıyorum. En lezzetli menüye sahip, en otantik insanların oturduğu, en güzel ambiyansa ve en izlenesi manzaraya sahip, önünden tam karar bir debide -ne aşırı kalabalık ne de tenha- insan da geçsin, sandalyesi de rahat olsun, çok az masası olmasın ki dolunca gideyim diye gözümün içine bakmasınlar, sevdiğim renklerle bezeli olsun, çok pahalı olmasın, evet wi-fi’ı olsun; olsun da olsun. Roma sokaklarında sırtımda 3-4 kiloluk bilgisayar, yağmur yağarsa şemsiyesi, üşürsem ceketi, susarım şişesi, not alırsam defteri ve kalemi, müzik dinlersem kulaklığı gibi bir sürü tedbirle dolu çantamı sırtımda sürükleyerek kusursuz kafeyi arıyorum. O kusursuz kafeyi ararken dakikalar geçiyor, zaten çok yorulmuş bacaklarım daha da yoruluyor, kara sular biraz daha iniyor, zaten düşük olan kan şekerim daha da düşüyor ve başlıyorum kendimi azarlamaya. Hep aynı şey. Uzadıkça uzuyor, erteledikçe gecikiyor, zaman denen altın rengi ince kum parmaklarımın arasından sızıyor, zaman akıp geçiyor, zaman uçuyor. Kusursuz kafe, kusursuz yemek, kusursuz zamanlama, kusursuz hal, kusursuz tavırlar, kusursuz bir iletişim, kusursuz anlar, kusursuz hava, kusursuz cümleler… Mükemmelin peşinde kusursuzca yıpranmalar, yıprandıkça daha da mayalanan yıpranmalar, dolan, taşan yıpranmalar, dolup taştıkça daha da kabaran kabardıkça çoğalan bu yıpranmanın en can alıcı sonucu endişe, endişeler ve endişelenmeler. Ve bu hikaye böylece sürüp gitmeceler. Ruh eşini arayan prenses hikayesinden hallice. 

Önce kendimde fark ettim. Sonra etrafımda ne kadar çok olduğunu gördüm. Endişeden, panik ataktan muzdarip arkadaşlarımın ne çok olduğunu, olmamışın bir süre sonra olmuş olarak karşıma çıktığını, kiminin endişe bozukluğunun sınırlarında nasıl salındığını, kiminin bu haline başka bir isim ya da bahane bulduğunu, başka bir sorunun içine sarıp sarmaladığını ve kiminin o yöne doğru dört nala nasıl da koştuğunu… Çoğuz, arkadaşız, arkadaş değilsek bile bir yerlerde çarpışıyoruz, tanışıyoruz. Çünkü benzer insanlar birbirini buluyor, hepimiz mükemmel arkadaşları ararken, mükemmellik peşinde koşarken ona az çok yaklaşmış, en azından peşinde çaba harcarken hassasiyetler geliştirmiş, bu hassasiyetleri ve incelikleri ile rafine olmuşuz, birbirimizi bir bakışta tanıyoruz, çok daha kolay yakınlaşıp arkadaş oluyoruz. Bir yandan da bazen yakınımızdakilerin bile doğal olarak hiç anlamadığı bazı şeyleri birbirimizde görüp sessizce anlıyor oluyoruz. Seneler önce bir sette ya da başka bir yerde tanıştığım, sevip dostluk kurduğum arkadaşlarım seneler sonra karşıma çıkıyor. Biraz bakıyorum, izliyorum, dertlerini dinliyorum ve biraz da kurcalıyorum- görüyorum ki endişeye bağlı problemler yaşayanlar çoğunlukla mükemmeliyetçi kişiler. Ya da şöyle söylemeli; mükemmeliyetçi kişiler hayatlarının bir döneminde, mükemmelleştirmeye çalıştıkları hayatlarındaki bazı şeyler tam da istedikleri kadar mükemmel olmadığında, bunu değiştiremeyeceklerini kabullenemeyip kavgaya tutuştuklarında, olduramadıklarında, olduramadıkça daha fazla yüklenip daha da olduramadıkça, olduramadıkları şeyler sapır sapır dökülmeye başladığında, kendileri de mükemmel olmaktan çok uzağa düşmeye başladıklarında, aşırı çabayla dizlerinin üstüne düşüp nefes nefese kaldıkları an endişe bozukluğu için “mükemmel” an. Düşene bir de o vurmuyor. düşmek böyle bir süreç. Kendi kendini mayalayıp çoğaltıyor. Bir kez önce, geçiyor; sonra yeniden; derken sık sık kapıyı tıklıyor, kapının arkasında kimse yok ama içerden bir şeyleri tetikliyor bu tık tık’lar. Bu sürekli şekil değiştiren hayalin -adı mükemmel herhangi bir şey/biri-  peşinde koşmaya devam ettikçe de sıklığı artıyor, baş edilemez bir hale geliyor. Bu grupta olanlarımız mükemmellik aşkına her şeyi kontrol edebileceğimiz ve etmemiz de gerektiği yanılgısında. Bu yanılgı ile çabaladıkça yıpranıyoruz, yıprandıkça kalp ritmleri bu aşırı çabaya yetişemiyor, Hızla ve sürekli değişen, değiştikçe talepleri de aynı hızla değişen bir fırıldak mükemmellik ve ona nefes yetiştirmeye çalıştıkça sıkışıp kalıyoruz. 

İşin bir tarafında koşmaktan bitap düşmüşler var, diğer tarafında peşinden koşmak yerine beklemekten bıkkın düşmüşler var. İkinci grup o fırıldağı kovalamayanlar. Harekete geçmek için mükemmel anı, kusursuzca olgunlaşmış şartları bekliyorlar ki o zaman harekete geçip mükemmel aksiyonlarda bulunacaklar. Biraz daha depresyon soslu hizbi bu endişeden muzdariplerin. Mucizelere inanmazken mucizeler olsun diye beklemek. Bir zamanlar ben de Bağlarbaşı’ndaki bahçeli evimde, oturup senaryo yazıp o kusursuz yapımcının; benden senaryoda hiçbir revizyon istemeyecek, filmin mükemmel olması için gerekli bütçeyi 1 tl bile az olmadan masaya koyacak, ne istersem “hay hay” diyecek, iyi malı bir bakışta tanıyacak o hayallerin yapımcısının gelip kapıyı çalmasını bekledim. O zaman farkında değildim tabi. Mükemmelliğin ya da mükemmel olanın gerçek değil sadece bir kurgu olduğunun. O yapımcının gerçek olduğuna inanmıyordum, olamazdı da, ama gayet küstah bir şekilde gelip kapıyı çalmasını bekledim. Çalmadıkça da öfkelendim. Şimdi baktığım yerden görüyorum ki mucizelere inanmadan, mucizelerin kendilerini hangi delikte olurlarsa olsun bulmasını beklemek de tam bu mükemmeliyetçilerin özelliği. Sadece iş için değil, aşk için de mükemmel erkeği ya da kadını bekliyor birileri. Etrafta ruh eşini arayan prenses ve prensler uçuşuyor. O asil kana sahip eş ruh gelmedikçe mutsuz oluyorlar. Daha öteye bakarken kimseye güven vermiyorlar. Göz teması kurmadan karşılarına çıkan insanların ötesine bakarken ilişikiler yaşanıyor. “Şimdilik bu idare etsin de ufukta daha mükemmeli var mıdır, bir bakayım.” “Dur biraz daha gideyim de, daha iyi bir kafe bulup oturayım”dan bir farkı yok. 

Mükemmeliyetçi insanlar sürekli erteler. Erteledikçe de hem suçluluk duyarlar hem de ertelenen zaman içinde salınıp kusursuz olanı kovalamaktan kendilerini alı koyamazlar. İki arada bir derede ele geçen tek şey biraz daha endişeli zihindir. Aynı şekilde bu mükemmeliyetçilikleri onları olaylara, etraflarına, şeylere karşı daha dikkatli hale getirir. Çünkü “kusursuzluğu aramak” demek adı üstünde “kusur aramak”tır. Kusur arayanlar, bulur. Detayları irdelerken de o altın kum o dar boğazdan son hızla akmaya devam eder, durur. Bu en basit hali ile müsrifliktir. An’ı müsrif etmekte kusursuzdur mesela mükemmelciler. Kafanın içi sürekli düşünüp kurgulayıp durur. Her şeyi tek tek, en ince ayrıntısına kadar mümkünse. Bu kurgulama yeteneği başlarına beladır. Her parça ve detayı düşünmeye eğilimli zihin aynı şeyi, olmayan ama olma ihtimali olan ve kötü yönde olabilecek ihtimaller içinde harmanlayarak binbir farklı hikaye halinde son sürat kurgulayabilmede bin yeteneğindedir. Artık beynin kurmaca olana gerçekmiş gibi tepki verebildiğini biliyoruz. Hatta bir dönem üstüne bir film senaryosu yazdığım karabasan efsanesi tam da insan beyninin rüyaya gerçekmiş gibi tepki vermesini engellemek için meydana gelen bir felç hali. Beden uykuda kalkıp koşmasın, uçmaya kalkmasın, bilinçdışının peşinde heder olmasın diye kaslar bir tür felç hali yaşıyor ve siz üstünüze öküzler oturmuş gibi, gerçekmiş gibi bir ağırlık hissi yaşıyorsunuz. Sonra üstüme bir şey çöktü, vay sesler uydum, vay elinin ortası boştu, boğazımı sıktı da bağırdım kimse duymadı da, yazıyor da yazıyoruz hikayeleri. Hikayeler kollektifleşiyor. Aynısı bana da oldu diyor biri, sonra bir başkası da. E olacak tabi, Jung’un dediği gibi insan makinesi dünyanın iki ucunda birbirinden habersiz aynı arketipleri üretiyor. İki bacak, iki kol, bir beyin, 32 diş biraz farklı ama benzer ürünler veriyor. Dünyanın iki ucunda aynı mitleri üretiyor insan. Benzer gerilimler benzer canavarları yaratıyor. Daha önce bu konuda yazdığımda bahsettiğim o tüylü canavar gibi aynı. (Bkz. En sıcak yaz gününde boynumuza dolanan tüylü peluş

Elbette hepimizin deneyimi biricik ama bir yerde de, bir şekilde de ortak. Mükemmeliyet fırıldağının peşinde koşanlar olarak hepimizin nur topu gibi endişe bozuklukları doğuyor, birilerini kucağımıza bu nur topunu veriyor, kucağımızda büyüdükçe büyüyor. Nur topu gibi canavarlarımızı besleyip büyütüyoruz. Ağzına attığımız her kusursuzluk arayışında birazcık daha büyüyor, bizi ele geçirmeye kalktığında hop ben korkmam deyip, kafasını kesiyoruz, hop oradan üç kafa daha çıkıyor. Aynı Hydra canavarı gibi. Aynı bir tanrı gibi kusursuz olmaya çalışan Herkül’ün yaptığı gibi. Evet, Nam-ı diğer Herakles de bir tanrı evladı ama ölümlü. Ölümlü ve çok ama çok güçlü bile olsa kırılgan bedeninden çok fazla şey bekliyor. (Herakles ve 12 görevinin hikayesi için bkz.) Aynı sonsuzca yaşamak isteyen egolarımız gibi. Onu allayıp, pullayıp, detaylandırıp, detaylarda ve sonsuz olasılıklar diyarında nefessiz bırakıp ikameler diyarından özenle seçtiğimiz bir yaşam destek ünitesine bağlıyoruz. Antidepresan olur, alkol olur, ot olur, obsesyonlar olur, abartılı sosyal hayatlar olur, televizyon olur, deli deli liderler olur, efendiler olur, köleler olur, ölümüne yoga pozları olur. Kendinize rağmen yaptığınız her şey bir ikamedir.  Ama beden ölümlü, beden kırılgan. Ve aynı Herkül gibi fark etmemiz gereken şey Nemea Aslanı’nı ancak kendi pençesi ile öldürebileceğimizdir. Çarenin ikamelerde değil kendimizde olduğunu görmek için yapmamız gereken belki de bir tanrıçadan mucize beklemek yerine basit yaşlı bir kadının sözünü dinlemektir.

 

Fotoğraf: Herkül olarak Commodus Büstü, MS 192, Capitolini Müzesi, Roma, © Hilal Bakkaloğlu

http://www.yogabakkali.com/endise-bozukluklar-icin-yoga/

En kral kamp bavulu

Havaların bir sıcaktan bir hafif serine yaylandığı ister ilk ister son bahar günlerinde olsun bavul yapmak biraz daha zor. Hem denize girme, hem yağmur yağma, hem şehirde gezme hem uzun uzun ören yeri dolaşma planlarının bir arada olduğu seyahatlerde işler biraz daha çetrefilleniyor. Hele de büyük değil küçük bir bavulsa hayalinizi süsleyen, hatta şöyle kabin boyuysa biraz yetenek biraz da deneyim konuşturmak yeterli. Ben aşağıdaki listeyi ekim ayında Duygu ile yapacağımız Şifalı Bahar Kampımız için hazırladım.  Merak edenler tıklayınız. (4 numara kampta psoas odaklı yoga terapi dersine özel bir madde, takılmayınız) Ama genel olarak da, doğa koşullarının daha baskın olduğu kamp yerleri içinde geçerli olabilir. Gündüzleri sıcak akşamları serin seyreden tepe noktalar için de temmuz ayında da bu liste çok iş görebilir. Bavullar çıksın; hem küçük hem hafif hem de eksiksiz en kral kamp bavulunun tarifini veriyorum:

1.Hafif ama kaliteli bir adet mat (fotoğraftaki mor matım katlanabilir cinsten mesela, çok ince ama malzeme güzel olduğu için rahat kullanılıyor. Katlanmıyorsa matınızı rulo yapıp yoga kemeri ile bağlayarak sırtınıza asabilirsiniz.)
2. Büyükçe pamuklu, yumuşak kumaştan bir şal. (Fotoğraftaki desenli şa gibi hem savasanada üstünüzü örtebilir hem pozlarda rulo yapıp poponuzun atına alabilir hem de akşamüstü meditasyon ve nefes çalışmasında ya da akşam yemeğinizde omzunuza alıp şık dahi olunabilir:)
3. Küçük bir not defteri ve kalem
4.Uzun, tercihen eskimiş, eskidikçe pofuduklaşmış, havlu çorap. Yıkanmaktan kendinden geçmiş tozluklar da ideal.
5. Mayo
6. Plaj havlusu ya da havlu yerine daha hafif bir tercih olan peştemal (yine bunu da derslerde prop olarak kullanabiliriz)
7. Su matarası. (tavsiye)
8. Yine tercihen uzun yıllardır kullanılmaktan eskidikçe bilgeleşmiş, her koşula uyumlu spor ayakkabı. (eskidikçe hafifleşip esnekleşiyorlar, hem suya giriyorlar hem toprak yola basıyorlar hızlıca da kuruyorlar. Fotodaki ayakkabım 10 senelik, başından geçmeyen macera yok gibi:) Yancısı birkaç çift pamuklu çorap ile. 
9. Bir çift terlik ya da sandalet. (tavsiye)
10. Hem yoga hem de serbest zaman için en sevdiğiniz ve rahat ettiğiniz kıyafetleriniz. 3-4 çift yeterli olacaktır. Üst için daha fazla alıp alt için 3 tane yeterli hatta.
11. Eğer kullanmayı seviyorsanız, iyi geliyorsa ve bavulda yer varsa göz yastığı, bir adet köpük blok ve yoga kemeri. (hali hazırda kullanıyorsanız önerilir, burada yazıyor diye gerekli gibi algılamayınız:)
12. Varsa şu pufi yeleklerden ki sonbaharda şehir içinde de çantaya atıyorum . Hem yer kaplamıyor hem ciğer kurtarıyor. (tavsiye)

Bavulda kalan son yerleri de özel ihtiyaçlarınıza ve hayal gücünüze bırakıyorum.