“Guru, guru söyle bana; kimim ben bu dünyada?”

“Bana kim olduğumu söyle, 40 yıl kölen olayım” Guruların, guruculuğun, guruculuk oynayanların en büyük gizli silahı, insan türü bireyinin bunu bilmeye duyduğu açlık. Herkes bu dünyaya neden geldiğini merak ediyor için için. Yaşam amacının ne olduğunu. Herhangi bir amacın olmadığını duymak için bile bir diğerinin kelamına, onayına, durum tasdikine ihtiyaç duyuluyor. İçerideki karmaşa ve ızdırap o kadar büyük ki kendi belirsizliğim yeğdir sahte bile olsa bir başkasının kesinliği. Bu müthiş ve yüksek kalite belirsizliği en dandiğinden ya da en plastiğinden bir kesinlik ile değiştirmek için sıraya girenler çok. Aklıma çocukken evlerindeki kıymetli ama eski ve sürekli ilgi ve kalay isteyen bakırları eskicinin vaat ettiği naylon mandallar ile, plastik terlikler ile değiştirenler geliyor. Bakırların dibi isli ve kara, terlikler ise rengarenkti.

Bunun arkasında çok eski ve çok dallanmış, budaklanmış ve binlerce yılda büyümüş bir sistem yatıyor elbette. Ta buralarda, 2000’lerin dünyasına uzanan bu dalların kökleri ise Indus Vadisi’nde.

Hindistan deyince aklınıza yoga ve meditasyon ve kadim öğretiler kadar insan haklarına karşıt bir kast sistemi, kadınların ikinci ve hatta üçüncü sınıf olması, zengin ile yoksulun arasındaki, artık bazı üst sınıf sokak ve caddelerin alt sınıfın girişine kapanmasına kadar varan çok büyük uçurum da gelsin. Gelmiyorsa lütfen uçaktan inip özel araçla direk aşrama yola koyulmadığınız bir Hindistan gezisi planlayın. Bugün Hindistan’ın nüfusu yaklaşık 1.2 milyar. 10 yıl sonra Çin’i yakalayacağını söyleyenler var. Bu büyük ülkenin kalabalık nüfusunun 3’te biri dokunulmazlar, yani dokunulmayacak kadar alt tabakadan olan insanlar. Derler ya yakarsa dünyayı garipler yakar diye, işte bu garipler bir ayağa kalksa bırakın Hindistan’ı dünyayı yerinden oynatır. Ama kalkmıyorlar. Çünkü dharma’ları onlara oturmalarını, ezilmelerini, umutları ve hak arayışlarını bir sonraki, bilemedin daha sonraki, hiç bilemedin birkaç yüz sonraki hayatlarına bırakmalarını söylüyor. Mesela daha geçen sene, evet 2018’de, bir dalit (dokunulmazlara dalit deniyor) genç ata bindiği için öldürüldü. Atı da yanında ölü bulundu. Çünkü ata binmek, savaşçı ve yöneticilerin sınıfı Kşatriya kastının tekelindeki güç ve cesaret sembolü. Buna benzer pek çok olay yaşanıyor. Peki, bu kast sistemini, devlet tarafından yasadışı ilan edilmiş olmasına rağmen hala bu kadar sağlam ve yıkılmaz yapan nedir? Mesela Hintlilerin kullandığı “date” yani karşı cinsle tanışma ve izdivaç yolunda adım atma sitesinde onlarca ten rengi ve kast seçme opsiyonu var. Dünya değişiyor, internet ağları, “app”leri her yeri sarıyor, bunlar reddedilmiyor tersine hemen kast’a uyarlanarak kucaklanıyor. Ancak tek şartla. Hangi şart? Cevabı tarihte aramak lazım. Şöyle ki Hindistan tinselliği tarihine, bugün artık İngilizlerin tüm dini ritüelleri bir çuvala sokmasının katkısı ile hinduizm diye adlandırdıkları inanışlar bütününün geçmişine baktığınızda bunca tanrı, tanrıça, tanrıcık, tanrıçacık kaosunun da müsebbibi bir gerçek çıkıyor karşınıza. En üst sınıf rahip kastı Brahmanlar, ortaya çıkan hiçbir yeni tanrı, inanış ya da din ile kavgaya tutuşmuyor. Çünkü tek bir kavgası var. Kast’ı muhafaza ve müdafaa etmek. Herhangi bir inanış ya da ritüel kast sitemine karşı olmadığı, ona dil uzatıp yıkmaya kalkmadığı sürece içeri buyur ediliyor.

Nastrikalar’ı duydunuz mu? Onlar ”hayır” diyenler. Neye hayır diyenler? Geleneğe yani kast’a hayır diyenler. Kim bunlar? İlk akla gelenler Mahavira (caynizmin kurucusu) bir de Budha. Ki Budha’yı bile Vişnu’nun 9. avatarı olarak sistemin içine dahil etmişlerdir.

Peki kim bu Brahmanlar ya da kim bu dokunulmazlar? Barhman’ın Brahman olduğunu, dokunulmaz’ın bu kadar aşağı olduğunu söyleyen kim? Bir tarihi tez diyor ki (çok da akla yakın) kast sistemi, Ari halkı, Indus vadisini parça parça işgal eden savaşçı halk, Dravidyanları (parça parça toprakları işgal edilen halk) köleleştirmesi ile duhul olmuştur. Zamanla halklar kaynaştıkça, yüzyıllarca yerli ve işgalci halkların kültleri, dinleri, inanış biçimleri iç içe girip bu çılgın Tanrı panteonu oluşurken bu yöneten ve yönetilen sınıfları kast adı altında sistemize edilmiştir. En aşağıda dravidyanların en koyu tenlerin sahibi torunları kalmış doğal olarak, en tepede ise en saf kalmış Arilerin torunları, gücü, bilgiyi ve iktidarı elinde tutarak tüm toplumu kendi yarar ve çıkarına göre şekillendirmiş seçkin tabaka.

Bunca tarih ve sosyoloji bilgisini getirmek istediğim bir nokta var. O da son zamanlarda yoga dünyasını artık sismik ve ritmik bir şekilde sallar olmuş taciz, gücün kötüye kullanımı gibi skandallar masamızdan eksik olmaması. Ülkemizde oldu, dünyada oluyor, ülkemizde de yine bol bol duyacağız. Maalesef..

Taciz konularına girmeye şimdi niyetim yok (sonraki bir yazının konusu o ama çok güzel bir yazı için Yelina’nın yazısını okumanızı öneririm) sonucun buralara kadar varmasına sebep olan muazzam bir etki alanından bahsetmek istiyorum. Yoga hocasının öğrencisi üstündeki gücü. Bu ilişkinin adanma istemesi. Şifanın ve ilerlemenin bu adanma ile gerçekleşiyor olması.Kişinin ancak ve ancak hocasının ya da gurusu’nun ışığında sağlam adımlar ile aydınlanmaya yürüyebileceğine dair inancı. Çünkü Guru demek aydınlatan demek. Hayat yolunu sizin için aydınlatan öğretmen. Bunun da en derininde yatan o onulmaz arzu: “Guru guru söyle bana, kimim ben bu dünyada? Al bu acı veren, her şeye gebe, müthiş belirsizliğimi, bana sığ da olsa, naylon da olsa bir kesinlik ver. Kalk de kalkayım, yat de yatayım, yuvarlan de yuvarlanayım, sev de seveyim, boşan de boşanayım, yeme de oruç tutayım, ağla de boşalayım, sevişme de boşalmayayım. Yeter ki aydınlat beni. Kimim ben bu yaşamda?”

Cevap sorunun içinde; yansıma aynanın içinde. Guru, karanlığı yok eden demek, rehberlik eden ışık. Işığın kendisi değil. Işığın kendisi ben kimim sorusunu soranda. Aynanın karşısına geçene kadar ayna karanlıktır. Kötü haber, size kim olduğunuzu söyleyecek kimse yok; iyi haber duymak mı istiyorsunuz? O zaman aynanın karşısına, gözlerinizi kaçırmadan geçip dikilin. Işık da sizsiniz, guru da sizsiniz. Guru demek aynı zamanda mezar demek. Kendinizi gömdüğünüz bir mezar. Kim olduğunuzu birilerinin fikrine bırakırsanız eğer, birileri sizi mutlaka kendisinin aşağısında bir yere koyacaktır. Aynı Brahmanların yaptığı gibi. Dokunulmazlara Dharma’sını yaşamasını söyleyecektir. Dharma’nı yaşa ki karma hayrına çalışsın. Ata binme ki bir sonraki bedenlenmede Brahman olmaya az daha yaklaş. Ama hayır, burda değil canım belki birkaç bin yıl hayat sonra. Şimdi o güzel atın o köpük gibi yelelerini bırak, kirletme.

Alıp dharmayı yaşama konusunu bu topraklara, dünyanın batısına çektiğiniz zaman karşınıza henüz 23 yaşında ama şimdiden iki kez hayata “fresh start”lar yapmış insanlarla karşılaşıyorsunuz. Dhraması’nı arıyor. İçerde yakıcı bir soru var. “Ben kimim?” “Şimdi sıradanmış gibi duran ama ait olduğu alanı bulunca göz kamaştıracak yeteneklerimin ifade edebileceğim alan hangisi?” “Bu yaşantının amacı ne?” Halbuki Hindistan’da dalit olup, sabah akşam paan çiğneyip kafayı kırıp sokaklarda uyumak vardı(!?). Ah keşke biri ona kim olduğunu söyleseydi.

Evet bir insan dharma’sını yaşamalı. Ama bu “dünyaya muhasebeci olmak için gelmiş biri tıp doktorluğu yapıyorsa bu onun için intihardan farksızdır” yüzeyselliğinde ve açıkçası manasızlığında mı olmalı?

Budha’nın bu kast sistemine baş kaldırıp bir savaşçı ve kral iken en aşağı inip çileci bir dilenciye dönüşmesinin altında “hakikat”i arayış vardı. Sadece kendisi için de değil tüm insanlık için. Yerin dibine girip çıktıktan sonra söylediği “kendi ışığınızda yürüyün” oldu. Dharma’nızı mı arıyorsunuz, ışığınızı alın aynanın karşısına geçin. En çok gözünüzü kaçırdığınız, sizi en çok ajite eden, sizi aynanın önünden en hızlı kaçmaya teşvik eden ne varsa ona bakın. Orada dharma’nız ile ilgili bir ipucu var. Sizi en çok zorlayan ne varsa sizi en iyi parlatacak şey orada çünkü. Bir çocuğun korktuğu zaman yapacağı gibi anneninizin ya da babanınızın arkasına saklanmaktan bir farkı yok sürekli bir mentör hoca arayışının. Bu kim olduğunuzu bulmaya değil, tam tersi kim olduğunuzdan kaçmak için birinin elini tutmaya ihtiyaç duymak demek oluyor.

Bir çocuk gibi kaçtığınız, kaçmak istediniz şey sizi büyütecek olan şey. Kimsenin arkasına saklanmadan, hiçbir eli tutmaya çalışmadan -ki size uzatılmış elleri sonra bırakmak üzere tutabilesiniz.

Geçen hafta beraber derinleşme ve uzmanlaşma yolculuğuna çıktığımız öğrencilerimin staj derslerine girdim. Benden onay almak isteyen her bakışa boş bakışlarla cevap verdim. Artık temel bir ders vermesine yetecek kadarına sahipti ve benim onayıma ihtiyacı yoktu. Ders çıkışı elbette ki geri bildirimde bulunacaktım ancak şimdi derste sadece bir öğrenciydim. Yüzümde poker suratı olsa da şahidi ve katılımcısı olduğum bu kendin olma, kendi sesini duyma ve başkasına duyurma cesaretini hayranlık ile izliyordum. Büyük cesaret. Bir başkası olmaya çalışmadan kendin olmak, ah ne büyük cesaret.

Ellerin üstünde olmak ya da olmamak? - 2

Teknik konuşmak gerekirse…

Deneyimli ve yetkin bir uzmanın gözetiminde ilk önce korku faktörünü ertelemek için duvar yakınında çalışılabilir. Uygulayıcı duvara kendini güvende hissedebileceği bir mesafede konumlandıktan sonra sıçrayarak duvarı bulabilir. En basit haliyle aşağı bakan köpek pozunda başlayan interoseptif haritalama yetisi duvarın da güvencesi ile yeni bir boyuta ilerler böylelikle. Zamanla başın üstüne sadece kalp değil kalçalar da ve nihayetinde ayaklar da yerleşmeye başlayacaktır. Düzenli pratik devam ettikçe ve duvar destekli çalışmalar ile özgüven arttıkça, uygulayıcı ilerleyen bu yeni beden haritasına daha çok hakim oldukça duvardan uzaklaşma zamanı da gelecektir. Hemen olmasını beklemeyen. Tekrarlıyorum sürece güvenin. Hiç bir el duruşu yoktur binlerce bebek tekmesi atmadan doğsun. Ve odanın ortasında ellerin, alt kolların ya da başın üstüne gelmek; kişinin bedeni ile yaşayacağı deneyimlerin en güzellerinden biridir. Duvarın yokluğu psikolojik olarak kolay olmayacaktır, unutmayın. Hele de uzun süre duvar ile çalıştıysanız, ona gereğinden fazla bağlanmış olabilirsiniz. Size önerim düşmeyi çalışmanız. Nasıl yani demeyin. Pozu yapmak için pozdan nasıl düşülür’ü deneyimlemek hem duvarsız sıçrama korkunuzu yenmenizi hem de pozu tutamayıp diğer tarafa düşeyazarsanız güvenli bir şekilde yere inmenizi sağlar. İnteroseptif ve propriyosepsiyon duyular için harika bir kendini geliştirme çalışması. Bonus ise bol bol eğlenmek olacaktır. İyi düşmenin sırlarından biri de budur. Fazla ciddi ve gergin olmayın, tutamadığınız yerde bırakın ve biraz adrenalin bol kahkaha ile eğer omuzlarınızın açıklığına ve belinize güveniyorsanız diğer tarafa ya da yan tarafa düşmenize izin verin. Yan tarafa düşmek her zaman el bileği, bel, omuz gibi eklemleri korumak adına daha güvenli olabilir. Düzenli pratik ile güçlenip esnekliğe kavuştuktan sonra duvarda ters durma haritanıza daha da hakim bir şekilde düşmeyi de öğrendiğinize göre odanın ortası aşağı bakan ağacınızı* dikmeniz için hazır! Artık yer çekimine meydan okuyarak sadece iki eliniz üstünde durmak için hazırsınız. Yapmanız gereken, bu sefer odanın ortasına düzenli pratiğe devam etmek. Denemek, denemek ve denemek. Yılmadan denemek. Tam olarak Becket'ın dediği gibi “hep denedin hep yenildin.olsun.yine dene, yine yenil, daha güzel yenil” Ama sonra denedikçe, düştükçe, bazen 2 bazen 4 saniye tuttukça, tutmalar çoğalacak düşmeler azalacak; çünkü haritalama da, haritayı okuma da, güçlenme de hala gelişiyor olacak. Denemeye devam etmek önemli ama önemli bir başka nokta da bunu takıntı haline getirmemeniz. Ne kadar takıntı haline getirir pozu kovalarsanız, pozun nihai hali sizden o kadar uzaklaşacaktır. Çünkü yoga pozlarını gerçekleştirmede aslolan sadece güç ve teknik değildir. Nefes hep en merkezi öğedir. Ve eğer takıntı halinde pozu yapmaya çalışırsanız zihin saplantı içinde olduğu için nefesiniz rahat akmıyor olacaktır. Bu takıntı halinden uzaklaşmanın ve mesafe almanın yollarından biri de pozun zeminini her seferinden yeniden hazırlamanız olabilir. Omuzları ellerin üstünde hizalayıp nefesi dinlemeden sürekli sıçrar ve olur da bu sefer tutarsa derseniz hem gücünüzü tüketir hem de şevkinizi kırarsınız. Zaman verin, yapmaya çalıştığınız şey kolay bir şey değil. On seneler boyunca yer çekimi ile kurduğunuz, derinlere kök salmış, her gün yataktan kalkıp yatağa girene kadar saatlerce pratik ettiğiniz ilişki biçimini tam tersine çevirmeye çalışıyorsunuz, bir düşünün ve sürece güvenin.

Özellikle kadınlar, haydi ellerinizin üstüne

Çok sevdiğim bir yoga hocam anlatmıştı; “ne zamanki odanın ortasında ellerimin üstüne kalktım, ondan sonra insanların gözünün içine bakabilmeye başladım” diye. O güne kadar dolup taşan yoga derslerinde onca insanın karşısına geçip ders vermiş ama tam karşısında ağzının içine bakıp dinleyen onca insanın gözlerine bakmadan yapmış bunu. Ve yine aynı hocam, duvarın dibinde umutsuzca nefes nefese kalça ve bacaklarımı omuz ve dirseklerimin üstüne getirmeye çalıştığım “pincha mayurasana” pozunda (alt kolların üstünde dengede durduğunuz bir asana) hiç hazır olmadığımı düşünürken tutup 5 saniyeliğine bacaklarımı kaldırmıştı. O beş saniyenin her saniyesini yere düşüp öleceğimi düşünerek, kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi panikle geçirirken o beş saniye boyunca derslerini ve kendisini çok sevdiğim hocam en nefret ettiğim insana dönüşmüştü. İndiğimde bunu neden yaptığını anlayamadığım için oldukça öfkeliydim de. Ben ona bu kadar öfke doluyken bilmediğim şey onun içimdeki cesareti uyandırmaya çalışmasıydı. Yapabileceğimi görmemi istiyordu. Ölüyorum zannederken hayatta kalabileceğimi deneyim etmemi.

Üstünden yıllar geçip de deneyimli bir eğitmen haline geldiğimde ben de derslerime katılanları cesaretlendirmek ve onları sınırlarını aşmaları için yüreklendirmeyi yoga derslerimin bir parçası haline getirdim. Özellikle kadınların odanın ortasında hem mental hem de bedensel olarak bu kadar güçlü bir pozu tutmalarını önemsiyorum. Kollar konu olunca kadınlar bu pozlara daha dezavantajlı başlıyor. El bilekleri narin ve ince, trisep kasları ise bir erkeğin yanında doğal olarak yok bile. Ama denedikçe güçleniyorlar, güçlendiklerini gördükçe kendi güçlerine güvenleri artıyor. “Ben yapamam”lar duyulmaz oluyor. Bu süreci sadece “güçlenme” diye tanımlamak istemem. İçimizdeki gücü uyandırdığımız bir yer yoga matı. Zaten varolan ama sindirilmiş ya da bastırılmış, saklı kalmış güç ile temas kurduğumuz bir yer. Kendi hayatlarımızda cesaret gösteremediğimiz noktalara ışık tutacak kadar da anlamlı buluyorum.

Yoganın özüne de çok uygun düşen etkileri var ters duruşların. Yoga bir özgürleşme yoludur. Önce beden sonra zihin en son ise kalp özgürleşir. Bu yola dikilen en yüksek duvarlar korkulardan yapılmadır. Düşmekten korkmamak özgür bir beden için mümkündür, düşmekten korkmayı bırakmak zihin için bir özgürleşmedir ve düştüğünüzde buna kahkahalar ile gülmek ise özgür bir kalbin işidir.

X- Faktörü: Düşme Korkusu

Bazı yoga hocalarının telkin ettiği gibi korku gerçekte olmayan sadece zihnin yarattığı bir şey değil. İnsan genetiğine işlenmiş, türün devamını sürdürmesi ve hayatta kalması için oluşturulmuş güvenlik mekanizmaları var. Daha önce hiç yılan, zehirli örümcek ve kuş görmemiş çocukların bunları ilk kez gördüklerinde verdikleri tepki korku. Korku öğrenilmiş bir illüzyon değil, gerçek. Var ve iyi ki de var da tek parça ve hayatta kalıyoruz. Bir an orada sizi odanın ortasında tepe taklak gelmekten alıkoyacak kadar kesin ve net iken siz o odanın ortasında saniyelerdir ellerinizin üstündeyken hiç olmamış gibi yok. Tutamadığınız zaman düşerken bir an var ama sonra yere inerken yine yok. “Bir an var bir an yok”. Korkuyu tamamen bırakın ve ellerinizin üstüne atlayın demeyeceğim. Verebileceğim öğüt “korkunun sizi yönetmesine izin vermeyin, onu yönetecek olan sizsiniz.” Kişinin duyguları üstünde kontrolü yeniden eline almasının yollarından biri yoga. Bu anlamda yogaya çok inanıyorum. Sadece korku değil endişe, atalet, bağımlıklar, yeme ve içme bozuklukları, kararsızlık, kafa karışıklığı gibi pek çok duygu ve duygu kokteyli karşısında da yoga ve meditasyon harika araçlar. Ters duruşlar, insan evladının en temel korkularından biri olan düşme korkusu ve bu korku ile kurduğunuz ilişki üstünde çalışabileceğiniz asanalar. Ve aslında üstünde çalıştığınız her poz gibi dengenin üstünde çalışıyorsunuz. Bu kasların, kemiklerin iskeletin dengesi olduğu kadar korku duyma dengesi için de geçerli. Kendimi korumak için ihtiyacım olan korku ve gelişmek, değişmek için ileriye bir adım atabilmek için ihtiyacım olan korkusuzluk ve ikisinin sürekli değişen dengesi. Denge. İnsanca bir yaşam için su gibi, hava gibi, besin gibi bir ihtiyaç. İster ellerinizin üstünde olun ister yolda iki ayağınızın üstünde yürüyün, düşmeyi kimse istemez, ama düşmek bazen iyidir, bize dengeyi hatırlatır. Önemli olan özünde iyi düşebilmektir ve fikrimce en büyük maharettir çünkü iyi düşerseniz yeniden kalkıp yürüyebilirsiniz. Aranması gereken düşmeden yürünen bir yol hayali yerine düşme ve ilerleme arasında dengeyi ne kadar hızlı ve sağlam ihdas ettiğimiz bir yoldur. Hep yoga hocaları söyler; yoga yapmaya başlayınca hayat daha iyi olmayacak ya da sen bir anda çok daha iyi bir insan olmayacaksın. Hayatın iniş ve çıkışları devam edecek. Değişecek olan bu iniş ve çıkışlar ile kuracağımız ilişki. Savrulmadan, merkezimizde kalarak, denge noktasına olabildiğince hızlı ve hasarsız -ya da az hasarlı- geri dönerek. Ters duruşların ya da yoganın size vereceği budur. Gerisi ise hayatta ya da Instagram’da paylaşacağınız hikayedir.

* El duruşunun yogada sanskritçe asana ismi adho mukha vrksasana’dır ve Türkçe’ye birebir “aşağı bakan ağaç” olarak çevrilebilir.

Ellerin üstünde olmak ya da olmamak? - 1

Ters Durmak ya da Durmamak?

Ters duruşlar yoga pratiğinin en ayırt edici poz gruplarından biridir. Yani siz özelikle jimnastik benzeri bir disiplinde çalışmıyorsanız fitness salonlarında kimse sizi ters düz edecek hareketler ile forma sokmaya çalışmaz. Diğer yandan dışarıdan da en çekici gelen pozlar grubudur. Bu anlamda biraz da akrobasi içerir gibi görünür dışarıdan. Ancak ters duruşların ne akrobasi ile ne de forma girmek ile ilgisi vardır. En basit haliyle kalbin baştan yüksekte olduğu her duruş ters duruştur. Ayakta öne katlandığınızda da ters duruş yapıyor olursunuz. Ancak burada bahsetmek istediğim tüm bedenin tersine döndüğü, ayaklar yerine ellerinizin, başınızın, çenenizin ya da omuzlarınız zemine yerleşip en altta olduğu ayakların bolca hava aldığı pozlar. Ve ilk önce diyeceksiniz ki ayaklarımın üstünde durmak varken niye amuda kalkayım? Çok haklı bir soru olur bu. Ayaklarını yere basmayı bilemeyen bir uygulayıcıya haydi ellerinin üstüne kalk demenin hiçbir anlamı yoktur. Ve çoğu insan yere doğru basamadığının farkında bile değildir, çünkü ayakta durma ya da yürüme eylemi ayağa kalkmayı yeni öğrenmiş bebeklik döneminden beri öylesine ezberlenmiş ve otomatik yapılır hale gelmiştir ki bunun için artık özel bir çaba gerekmemektedir. Maalesef pek çok kişi ayaklardan yere, biricik güç kaynağımız zemine köklenemediği için yaşar pek çok bel, sakrum ya da omurga problemini. Bu açıdan ters duruşlara ışık tutarsak bu asanalar (yogada duruşların sanskritçe adı) köklenme ve dengenin en derinleşmiş çalışmalarından biridir. O yüzden de ters duruşlara giden yol ayaktaki duruşlardan başlar. İBu yüzden ilk üç dersin sonunda ellerinin üstüne kalkmayı arzulayıp da yogaya başlayanları hayal kırıklığı hemen köşe başında beklemektedir. Önce ayaktaki poz gruplarında uzun süre vakit geçirir, çalışırsınız. Önce doğanın size halihazırda bahşettiği anatominin gereğini yerine getirip ayaklar ve bacaklar ve kalçalar ile köklenmeyi çalışırsınız. Bu öyle iki-üç ayda da halledilecek bir şey değildir. Bir de tabi anatomi gereği kollar ile bacaklar aynı bileşene denk düşmez. Bir kere bacaklar kollara göre çok daha ağırdır ve en büyük kas grupları bacaklarda bulunur. Bu da demektir ki kollar eğer bacakları taşıyacaksa bacakların tam olarak duruşa angaje edilmesi gerekir. Bacak kasları uyanık ve aktif olmalıdır ki kendi ağırlığını gökyüzüne doğru da çekebilsin.

Ellerin üstüne kalkmadan önce ayakların üstüne basmayı öğrenmek

Çoğu zaman İstanbul’da bir dersten diğerine, bir toplu taşıma aracından diğerine yetişmeye çalışırken kendimi önümde benim gibi acele ile yürüyen insanları incelerken bulurum. Hızla vapurdan inmiş tramvaya yetişecekseniz havaya değil haliyle yere doğru baktığınızdan ister istemez önünüzdeki yayanın yere nasıl bastığını, nasıl yürüdüğünü, kalça ve bacakları arasındaki ilişikiyi gözlemlemek kolaydır. Ve çoğu insanın tam olarak yere basamadığını duymak sizi de şaşırtmayacaktır. Tabi bunda ortopedik olmayan ayakkabı model ve tabanlarının da katkısı çok büyüktür tahmin ediyorum. Kimisi içeriye basar, kimi dışa. Ayağın dört köşesi ile hakkını vererek köklenmek, yavaş ve sağlam adımlar atmak İstanbul gibi büyük bir şehirde oradan oraya koşarken ne mümkün elbette ama tam da bu köklenme yetisi ve zeminle kurduğumuz ilişkimiz omurga sağlığı kadar, postürümüzü ve hatta omuzlarımızın üstünde duran başınızın açısını bile belirliyecektir. Daha önemlisi tam da bu yüzden zihin sağlamıza, dikkatimizin kalitesine bile etkisi çok büyüktür. Zemine köklenemeyen ayakların taşıdığı başın içindeki düşünceler de zeminle aynı ilişkiyi aynalar. Uçuş uçuş düşünceler, odaklanamayan dikkat, sakarlıklar, unutkanlıklar… Hepsi zemin ile iki ayak üstündeki beden ilişkisinin parçasıdır. Başladığımız noktaya geri dönmek gerekirse köklenme çalışmasının zirve noktasıdır ters duruşlar. Zemin ve yerçekimi ile kurulan ilişkinin ince ince dantel gibi işlenmesidir. Çünkü ayakların üstünde yürümeyi öğrendiğimiz günden beri ezbere yaptığımız aynı iş ellerimizin üstünde tüm dikkat, beceri, güç ve en önemlisi odaklanmamızı talep eder bizden. Üstelik duruşun doğası gereği hemen yanıbaşımızda bekleyen düşme tehlikesinin stresi altında. Heyecan verici bir çalışmadır haliyle.

Kolay mı zor mu? Ya da kolay ve kısa bir yolu var mı?

Zor olacak diyemem ama kolay olmasını beklemek de saflık olacaktır. Özellikle odanın ortasında el duruşunu 10 saniyeden fazla tutmak oldukça derin ve güçlü bir çalışma. Daha önce ayakların köklenmesi için vurguladığım zihin faktörü burada da kapımızı çalar. Güç deyince sadece kasları, bisepleri, trisepleri düşünmeyin. Zihin için de, irade ve disiplin için de müthiş güçlü bir çalışmadır. Bir kere bir el duruşuna kalkmak için binlerce tekme atacaksınız havaya. Hiç vazgeçmeden. Çünkü inanın bana defalarca olmayacak olmadıkça da imkansızmış gibi gelecek ve yine inanın bana bir gün imkanlı olacak. O gün mümkün olsa da yanınızda olup gözünüzdeki ışığa şahit olabilsem.

Peki nasıl? Sürece Güven!

Ters duruşlar sizden düzenli bir pratik, bunun için disiplin ve irade talep eder. Önce düzenli bir pratik için her gün yoga matının üstüne geleceksiniz.

Kafa üstü düşmek ürkütücü bir fikir, o yüzden cesaret talep eder. Yoga yolunda yürümeye devam ettikçe o cesaret de yavaş yavaş inşa olmaya başlayacak, sürece güvenin.

Ters duruşları her yoga dersinin az çok parçası olarak bulabilirsiniz. Bir başlangıç sınıfında bile ters duruşlara giden yolun da ilk tohumları vardır. Mesela yoganın en bilinen hem bir poz olarak hem de pozlar arası geçiş olarak kullanılan aşağı bakan köpek diye bir poz vardır. Herkesin erişimine açık kolay ve süper yararlı bu poz el duruşuna da en önemli hazırlık pozudur.Bu 4 ayaklı pozda en temelde kalp kafanın üstünde konumlanır. Bilinç ve farkındalık yeni bir haritalanın başındadır, yeni ve yabancı bir algı penceresi açılmıştır bile. Yeni yogaya başlamış olanları derste aşağı bakan köpeklerinden hemen ayırırsınız, ileriye bakmaya alışık gözler yine ileriye bakmaya çalışır, halbuki artık gördüğümüz resim ilerisi değil kendi ayaklarımızdır. Gündelik hayatta hep kalbin üstünde ya da aynı düzlemde konumladığımız kafa ve dolayısı ile mekan algımızın ve bedensel kontrolümüzün çoğunun sorumluluğunu yüklediğimiz gözler de dünyaya başka bir açıdan bakmaya başlamıştır. Bu haliyle bile en basit ve temel pozlarda bile ters duruşların hazırlığını bulursunuz. Beden parçalarının alışılmışın dışında konumlanmaya başlaması sayesinde başka bir duyu grubu daha etkin çalışmaya başlar. Örneğin başın ve gözlerin bedendeki konumu değiştiğinde dolayısı ile beden dolaşımında da başka bir yerinde konumlanırlar, üstündeki basınç değişir, ısısı değişir. Bu değişimi algıladığımız duyu grubu ise interoseptif denilen uyarı alıcı duyulardır. Bütün beden ile ve hatta iç organlar ile duyumsadığımız bir hareket ve pozisyon alma bilgisi. Uyarıcı alan bu duyu mekanizması, özellikle beynin propriyosepsiyon denen beden parçalarının birbiri ile ve ortamla nasıl bir ilişki içinde olduğunu bilen iç algı, düzenli yoga uygulaması ile hiç olmadığı kadar uyanıp gelişmeye başlıyor. Sürece güvenin derken kast ettiğim süreç batın olarak bu sistemin çiçek açmasına zahir olarak ise bedenin düzenli pratik ile güçlenip esnekliğe kavuşmasına bağlı. Böylelikle süreç içinde ters duruşlar da fizanda görünürken yavaş yavaş çok da uzak olmayan bir ihtimal haline dönüşür. Ve bir gün gerçek olur…

2 bölümlük bir yazının ilk bölümüdür.