Milyarların içinden bir tane…
Milyarların içinden bir taneyim. Şu an bunu okumaya henüz başlamış sen, sen de milyarların içinden bir tanesin. Oturduğum, döşemesi kadifeden kanepenin üstünde, hemen yanımda uyuklayan kedim de öyle. Milyarların içinde bir tane.
Okuduğum kitaptan başımı kaldırıyorum, uzakta bir yerlerden, başka zaman ve mekanlardan dikkatimi buraya getiriyorum, şu ana. Bedenim ile kurduğum bir ilişki var evet ama o ben’im de aynı zamanda. Bedenimin dışına doğru çekilip kendine de bakan/bakabilen düşünen bir zihnim var, o da ben’im. Karnım acıktı, ne yesem, ne içsem, tuvalete koşayım diyen bir de pratik zihnim var, e o da benim. Düşünen zihnim yeri geldi mi pratik zihni terbiye eden, yeri geldi mi öven, yeri geldi mi kalayı da basan. Şimdi Freud efendinin yüz yıldır anlattığı konulara girmeye lüzum yok. Kafalar karman çorman edildi, her şeyler cinselliğe geldi dayandı, dayandı, dayandı; yüzyıldır kafalar donlardan dışarı çıkamadı. Don konusu çok önemli elbette ama sayın Freud biraz abartmadınız mı gerçekten? Bunu ben değil, öğrencileri, birlikte çalışıp yol aldığı sonra onun gibi düşünmekten vazgeçtiler, onun fikirlerini geliştirdiler, boynuzları kendini geçti diye kulak olanın küstüğü çalışma arkadaşları söylüyor. Kendisi de biliyordu zira, 20. yüzyılın başında Kuzey Amerika’da öyle bir coşkuyla, öyle bir sevinçle karşılandı ki - amerikan halkının çocukluğu ve her şeyi abartmayı pek sevdiğinden o zaman bihaber- “halbuki onlara vebayı getiriyorum, haberleri yok” deyiverdiği söylenir. Veba 14 ve 17.yylar arasında Freud’un memleketi Viyana’da çok can aldı, hatta Viyana’nin merkezinde veba sütunu ve anıtlarını görünce anlarsınız bu şehri bu illetin nasıl bir cendereden geçirdiğini. Bir not olsun hazır Freud demişken, alt edilen veba tasviri tabi ki memeleri pörsümüş bir kadındır! Ama Freud demişken bu sefer Habsburgların akraba evliliklerine ve Leopold’un çenesine hiç girmeyeceğim.
Bir daha ananıza, babanıza ama özellikle ananıza aynı gözler ile bakamayacaksınız, iç dünyanızı yıkmaya geldim, alın size yeni veba salgını diyordu ezcümle. Şimdi Freud’u ve donu bir tarafa bırakıp kanepeye geri dönelim(!) İtiraf etmeliyim ki Freud’a girince kolay kolay çıkılmıyor, malumunuz.
İlişki durumu karışık, ilişki durumu yoğun
Kitaptan kafamı kaldıran hem pratik zihnim hem de düşünen zihnim. Pratik zihnim bir fiziksel hareket olarak başını kaldırıyor evet ama düşünen zihin başımın dışında, hemen kulağımın arkasında. Bir kendi bedenine bakıyor, bir yanındaki kediye. Kedi kendi pratik zihninde hep. Şu an benim gibi, iki kol iki bacaktan, br gövde ve tepede olmak için fazlaca ağır bir kafadan ibaret milyarlarca insan var. Aynı bu Alex gibi, 4 ayağı, 2 kulağı, bıyıkları ve yumuşak tüyleri ve kuyruğu ile milyarlarca kedi de var. Kedi ile aramdaki fark bu, kedi bunu düşünmüyor.. Kedinin umrunda değil. Kedi uykusuna, mamasına, suyuna bakıyor, kısır değilse seksine. Ama işte benim kedi ile kurduğum bir ilişki var, kedinin benimle, benim kanepede oturmuş kitap okumakla kurduğum bir ilişki de var, diğer milyarlarca insanla kurduğum ilişkiler ağı var, cep telefonumda milyarlardan bazılarının ismi kayıtlı, bazıları ile sık sık sık bazıları ile nadiren konuşurum bazıları ile ise hiç konuşmam. Bazılarının telefon defterimde neden kayıtlı olduğunu bile bilmem. Ya da sosyal medya hesaplarımda arkadaşlarım, tanışlarım, takipçilerim ve takip ettiklerim var. Onlarla kurduğum birtakım ilişkiler var. Evden çıktığım anda komşum ile, arabaya binip yola çıktığımda yoldaki diğer arabalar ile, onları kullananlar ile, bir kafede otururken o kafenin çalışanı ile, o kafede benim gibi sessizce ya da gürültü ile oturanlar ile, kafenin camekanından izlediğim gelip geçenler ile, çoğu hiçbir şey ifade etmese de bir ilişkim var ama kalabalığın içinde tanıdık hele de sevdik bir yüz ile kurduğum ışıklı da bir ilişkim var. Bu ilişkiler sadece canlılar ile değil elbette, cansız olanlarla da var. Yürüdüğüm taşlı yol, o yolda yürürken parmaklarımın içine yerleştiği ayakkabım, düşünsenize nasıl da azaptır o ilişki tam uyumlu değilse. Ya da pantolonumun beli ile paltomun yakası ile, gözlüklerimin camı ile ya da yaslandığım duvarın dokusu, yaslandığım yerden izlediğim duvarın rengi ile. Gökyüzündeki bulutlar ile oldukça önemli bir ilişkim var. Velhasıl ilişkideyiz. İlişki durumu her daim karışık, her daim yoğun. Hayatta ilişki kurduğunuz, -ilişki derken sevişmiyoruz, sayın Freud çık aradan- , en basit hali ile ilişki kurduğumuz her şeyin içeride de, beyinlerimizin nöronlarında da karşılığı var.
Bir biliminsanı var, Henry Markram, 17 yıldır insan beyninin haritasını bir süper bilgisayara çıkartmaya çalışıyor. Şöyle soruyor, bir güle baktığımız zaman bir gül görüyoruz ama güle bakarken gördüğümüz gül içeride nerede? Gülü içerde ararken haritayı şekillendirdikçe, haritanın yıldız ve gezegenler ile dolu olan uzaya, evrene nasıl da benzediğini görmüş. Markram’ın ortaya çıkardığı görüntülere baktıkça beynimizin haritasının uzaydaki yıldızlar kadar ilişkilerimizin haritasına benzediğini düşünüyorum. Ne ile nasıl ilişki kurmayı seçiyorsak, beynimizin haritasında o beliriyor, o nöron grubu ışıklanıp parlıyor. Beynin belli eylemler, görevler ile bağlantılı bölümlerinin bir de yansıtma/ilişki-lendirme bölümleri var. Görme bölgesi gözlerimizin arkasında, kafanın geri bölgesinde ama gördüğümüzü anlamlandırmamızı sağlayan birleştirme bölgesi önde, önlobun yamacında örneğin.
Milyarlar içinde tek bir gezegen
Tek bir nöron milyarların içinde bir tane mesela. Tek bir nöron bağlantısı yine olası milyarlarca bağlantının içinde bir tane. Bir nöron özel bir beyin hücresi demek, bir çekirdek, bir akson ve bir takım dentritten oluşur. Hadi kediden devam edelim. Akson kedinin kuyruğu, çekirdek kafası ve dentritler de bıyıkları olsun. Bir nöron başka bir nöron ile dentritler ve aksonları aracılığı ile iletişim kuruyor. Dentritler veriyi aldığı, akson ise veriyi gönderdiği hat gibi. Bir kedinin bıyıklar ile diğer kedinin kuyruğu arasında bağlantıyı kuran ise sinaps denen aralıklar. Sinapslarda bir nöronun aksonundan bir diğer nöronun dentritine veri hem kimyasal hem de elektriksel bir yolla transfer oluyor. Veri nerede diyeceksiniz, veri değişiklik, veri transferin kendisi yani veri ilişkinin kendisi. Bu işlem ile diğer nöronda değişiklik oluyor. Yani bilgi, veri, aktarılan her ne ise aslında o aktarımın kendisi, ilişkinin ta kendisi. Bunun adı nöronun ateşlenmesi. Bildiğiniz ve aslında hiç bilmediğimiz yıldız kümeleri gibi parlıyor hücre grupları. Milyarlar içinde bir tane yıldız, milyarlar içinde bir tane parlama.
Milyarlar içinde tek bir gezegendeyiz. %95 karanlık madde dediğimiz ne olduğunu hiç bilmediğimiz madde ile dolu, yakınlarını biraz bildiğimiz, çeşit çeşit taşa çeşit çeşit mitolojik isimler verdiğimiz sistemin içinde yüzen bir kaya parçası. Parlayan bir nöron grubu. Kendi kendine bir bilincin uyandığı bir yeryüzü. Milyarlar içinde bir insan, milyarlar içinde bir kedi.
İlişkilerimiz bu yüzden bu kadar kıymetli, yaşamın ta kendisi çünkü. En büyük sınav hep burdan, ilişkilerden…
Önceki yıllarda yoga hocalığının temelini aldığınız, şeklen 200 saat, gerçekte ise bir ömür süren yogada derinleşme eğitimi sınavında katılanlara sorduğum soru şu idi. Neredeyse 1000 sayfalık kitapta beni ele geçiren cümlesi Karamazov Kardeşler’in. Daha doğrusu Karamazov Kardeşler’den dindar olan kardeş, Alyoşa aracılığı ile Dostoyevski’nin sorduğu soru; tüm insanlığı böylesi derin ve büyük duygular ile severken tek bir komşumu sevmek neden bu kadar zor?
Neden tüm insanları severken komşumuzu sevmek zordur?
En kısa yoldan diyebiliriz ki, fikirler kolaydır, ilişkiler zor. Fikirler uzayın boşluğudur, ilişkiler ışık ışık parlayan yıldızlar.
Kısa olmayan yoldan gitmek istersek Alman filozof Schelling’in biraz peşine takılalım derim. Tekil iradenin yani bu iradenin sahibi insanın, evrensel iradenin -yani Tanrı’nın- aracı olduğunu söyler. Varoluştan önce bir zeminden bahseder, bu zeminden ışık ve karanlık doğar. Işık, evrensel irade, mükemmel varlık yani Tanrı’dır. Tanrı’nın zemininden doğan diğer şey ise karanlıktır ama ışıkla beraber. Bu diğeri ruh sahibidir, anlayış ve kavrayışı vardır. Çünkü ışık yoksa karanlık yoktur. ikisinin birlikte ve karşıtlıkta varlığı anlayış ve seçme iradesini doğurur. İnsan seçme özgürlüğüne sahiptir. Tanrı’nın değildir, çünkü “Doğuştan kör biri karanlığın ne olduğunu bilmez”* Ama insan bilir. İyilik kadar bencillik edip kötülüğü de seçebilir. İnsanın içinde tanrıdan gelen ışık vardır. Bu yüzden tüm insalığı sever, gerçekten de dürüsttür bu sevgisinde, evrensel sevginin bizzat sahibidir. Ama doğada evrensel olanın yanında, ışığın gölgesi de yani karanlık da vardır. Komşun bahçene çöpünü attığında, sabahın 2’sinde kavgaya ya da parti yapmaya kalktığında ya da kapının önündeki park yerine kendine ayırmak istediğinde evrensel olanın ışığı sönmüştür, tikel olanın bencilliğe doğru meyledebilenin karanlığı hemen yamacın ardından doğar. Bu çok insanidir, çünkü çöpü bahçeye atan da aynı biz gibi, onu sevmeyi ya da sevmemeyi seçen gibi, seçim yapmıştır. Karanlıktan yana. Ve Schelling der ki en üstün varoluş seçim varken, iyiliği seçebilmek, iyiliğin kötülüğe üstün gelmesidir. Yani Sevgi’dir.
Batı’dan hızla Doğu’ya doğru alıp uçurmak isterim sizi. Yoga Sutralar da der ki aydınlanmış insan Tanrılar’dan üstündür. Çünkü zamanın içinde ilerleyip yaşamın içinden geçerek zamanın öncesindeki o saf hale ulaşmıştır. Işık ile karanlığın birbirinden ayrılmadığı zemine. Ve buraya iradesi ile, seçim yaparak, yaşamın yolundan ateş üstünde yürüyerek velhasıl deneyimleyerek gelmiştir. Her seferinde, her çetrefilli ilişkide sevgiden yana seçim yaparak. Komşusunu sevmeye çalışarak.. Mücadelenin olmadığı yerde yaşam olmaz, der Schelling.
Bu boş, ucuz, sakız fallarından çıkan yapış yapışlıkta bir “sevgi” lakırdısı değildir.
Sevginin ayaklarında yanık izleri vardır sevgili okuyan, merhemini arar.
Daha fazlasını merak edenler, ilhamı alıp buradan okuma yapmaya devam etmek isteyenler için:
Bahsettiğim Beyin ve süper Bilgisayar Projesi'nin sahibi Markham'ın TED konuşması için buraya tıklayabilirsiniz.
Biraz Batı'dan felsefe okumak, dimağmı ittirmek isterim diyenler için:
İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine, F:W:J von Schelling, Ayrıntı Yayınları
Doğu'dan, Advayta okulundan spiritüel bir şeyler okuyayım diyenler için, "Doğuştan kör biri karanlığın ne olduğunu bilmez" cümlesinin toprağı:
Ben O'Yum, Sri Nisargadatta Maharaj, Akaşa Yayınları
ŞUBAT'ta bakkalda ne var?
1 Şubat Salı günü yeni bir başlangıç sınıfı başlıyor. İster 1 ay kaydolun bir giriş yapın, devam edip etmemeye sonra karar verin, isterseniz yaz başına kadar 3 aylık kayıt olup bi yaza hazırlık atölyesi olarak düşünün. Çünkü yazın daha fazla dışarıda zaman geçirip daha fazla hareket halindeyiz. Daha fazla doğa ile temas; topragi, suyu, havasi ile etkileşim içindeyiz. Yeterince esnek - yeterince kısmı mühim zira başınızın arkasını ayağınız ile kaşımaya ihtiyacınız yok-, yeterince güçlü- boks maçına cikmayacagiz- daha da kıymet arz eden ise dengeli ve enerjik bir beden kastım. Yoga prana'nizi yani nefes ve yaşam enerjinizi - sinir sistemi, dolasim, kinestezi vb her türden bedendeki sistemi- düzenler. Düzenli yapmak da önemlidir, çünkü hareket hareketi hareketsizlik hareketsizliği mayalar.
Daha önce hiç yoga yapmamışlara olduğu kadar bir süre yapmış bırakmış ve bir süredir yapanlara da uygun bu derslere her salı 20:00-21:15 arası.
Kas-iskelet sistemi için şifa kaynağı yoga terapi derslerinden faydalanmak isteyenler için her çarşamba akşamı kapalı grup ile 20:00-21:15 arası boyundan yorgunluğa farklı temalarda canlı dersler (sonraki 6 gün kayda erişim) ya da 30 ders kaydına 30 gün erişim için Özel Youtube Yoga Terapi Aboneliği. Herkesin yoga terapinin mütevazi ama derin gücü ile tanışmasını ve hayatına katmasını gönülden dilerim.