Yogabakkalı Ocak-Şubat 2022 Mektubu

Milyarların içinden bir tane…

Milyarların içinden bir taneyim. Şu an bunu okumaya henüz başlamış sen, sen de milyarların içinden bir tanesin.  Oturduğum, döşemesi kadifeden kanepenin üstünde, hemen yanımda uyuklayan kedim de öyle. Milyarların içinde bir tane.

Okuduğum kitaptan başımı kaldırıyorum, uzakta bir yerlerden, başka zaman ve mekanlardan dikkatimi buraya getiriyorum, şu ana. Bedenim ile kurduğum bir ilişki var evet ama o ben’im de aynı zamanda. Bedenimin dışına doğru çekilip kendine de bakan/bakabilen düşünen bir zihnim var, o da ben’im. Karnım acıktı, ne yesem, ne içsem, tuvalete koşayım diyen bir de pratik zihnim var, e o da benim. Düşünen zihnim yeri geldi mi pratik zihni terbiye eden, yeri geldi mi öven, yeri geldi mi kalayı da basan. Şimdi Freud efendinin yüz yıldır anlattığı konulara girmeye lüzum yok. Kafalar karman çorman edildi, her şeyler cinselliğe geldi dayandı, dayandı, dayandı; yüzyıldır kafalar donlardan dışarı çıkamadı. Don konusu çok önemli elbette ama sayın Freud biraz abartmadınız mı gerçekten? Bunu ben değil, öğrencileri, birlikte çalışıp yol aldığı sonra onun gibi düşünmekten vazgeçtiler, onun fikirlerini geliştirdiler, boynuzları kendini geçti diye kulak olanın küstüğü çalışma arkadaşları söylüyor. Kendisi de biliyordu zira, 20. yüzyılın başında Kuzey Amerika’da öyle bir coşkuyla, öyle bir sevinçle karşılandı ki - amerikan halkının çocukluğu ve her şeyi abartmayı pek sevdiğinden o zaman bihaber- “halbuki onlara vebayı getiriyorum, haberleri yok” deyiverdiği söylenir. Veba 14 ve 17.yylar arasında Freud’un memleketi Viyana’da çok can aldı, hatta Viyana’nin merkezinde veba sütunu ve anıtlarını görünce anlarsınız bu şehri bu illetin nasıl bir cendereden geçirdiğini. Bir not olsun hazır Freud demişken, alt edilen veba tasviri tabi ki memeleri pörsümüş bir kadındır! Ama Freud demişken bu sefer Habsburgların akraba evliliklerine ve Leopold’un çenesine hiç girmeyeceğim.

Bir daha ananıza, babanıza ama özellikle ananıza aynı gözler ile bakamayacaksınız, iç dünyanızı yıkmaya geldim, alın size yeni veba salgını diyordu ezcümle. Şimdi Freud’u ve donu bir tarafa bırakıp kanepeye geri dönelim(!) İtiraf etmeliyim ki Freud’a girince kolay kolay çıkılmıyor, malumunuz.

İlişki durumu karışık, ilişki durumu yoğun

Kitaptan kafamı kaldıran hem pratik zihnim hem de düşünen zihnim. Pratik zihnim bir fiziksel hareket olarak başını kaldırıyor evet ama düşünen zihin başımın dışında, hemen kulağımın arkasında. Bir kendi bedenine bakıyor, bir yanındaki kediye. Kedi kendi pratik zihninde hep. Şu an benim gibi, iki kol iki bacaktan, br gövde ve tepede olmak için fazlaca ağır bir kafadan ibaret milyarlarca insan var. Aynı bu Alex gibi, 4 ayağı, 2 kulağı, bıyıkları ve yumuşak tüyleri ve kuyruğu ile milyarlarca kedi de var. Kedi ile aramdaki fark bu, kedi bunu düşünmüyor.. Kedinin umrunda değil. Kedi uykusuna, mamasına, suyuna bakıyor, kısır değilse seksine. Ama işte benim kedi ile kurduğum bir ilişki var, kedinin benimle, benim kanepede oturmuş kitap okumakla kurduğum bir ilişki de var, diğer milyarlarca insanla kurduğum ilişkiler ağı var, cep telefonumda milyarlardan bazılarının ismi kayıtlı, bazıları ile sık sık sık bazıları ile nadiren konuşurum bazıları ile ise hiç konuşmam. Bazılarının telefon defterimde neden kayıtlı olduğunu bile bilmem. Ya da sosyal medya hesaplarımda arkadaşlarım, tanışlarım, takipçilerim ve takip ettiklerim var. Onlarla kurduğum birtakım ilişkiler var. Evden çıktığım anda komşum ile, arabaya binip yola çıktığımda yoldaki diğer arabalar ile, onları kullananlar ile, bir kafede otururken o kafenin çalışanı ile, o kafede benim gibi sessizce ya da gürültü ile oturanlar ile, kafenin camekanından izlediğim gelip geçenler ile, çoğu hiçbir şey ifade etmese de bir ilişkim var ama kalabalığın içinde tanıdık hele de sevdik bir yüz ile kurduğum ışıklı  da bir ilişkim var. Bu ilişkiler sadece canlılar ile değil elbette, cansız olanlarla da var. Yürüdüğüm taşlı yol, o yolda yürürken parmaklarımın içine yerleştiği ayakkabım, düşünsenize nasıl da azaptır o ilişki tam uyumlu değilse. Ya da pantolonumun beli ile paltomun yakası ile, gözlüklerimin camı ile ya da yaslandığım duvarın dokusu, yaslandığım yerden izlediğim duvarın rengi ile. Gökyüzündeki bulutlar ile oldukça önemli bir ilişkim var. Velhasıl ilişkideyiz. İlişki durumu her daim karışık, her daim yoğun. Hayatta ilişki kurduğunuz, -ilişki derken sevişmiyoruz, sayın Freud çık aradan- , en basit hali ile ilişki kurduğumuz her şeyin içeride de, beyinlerimizin nöronlarında da karşılığı var.

Bir biliminsanı var, Henry Markram, 17 yıldır insan beyninin haritasını bir süper bilgisayara çıkartmaya çalışıyor. Şöyle soruyor, bir güle baktığımız zaman bir gül görüyoruz ama güle bakarken gördüğümüz gül içeride nerede? Gülü içerde ararken haritayı şekillendirdikçe, haritanın yıldız ve gezegenler ile dolu olan uzaya, evrene nasıl da benzediğini görmüş. Markram’ın ortaya çıkardığı görüntülere baktıkça beynimizin haritasının uzaydaki yıldızlar kadar ilişkilerimizin haritasına benzediğini düşünüyorum. Ne ile nasıl ilişki kurmayı seçiyorsak, beynimizin haritasında o beliriyor, o nöron grubu ışıklanıp parlıyor. Beynin belli eylemler, görevler ile bağlantılı bölümlerinin bir de yansıtma/ilişki-lendirme bölümleri var. Görme bölgesi gözlerimizin arkasında, kafanın geri bölgesinde ama gördüğümüzü anlamlandırmamızı sağlayan birleştirme bölgesi önde, önlobun yamacında örneğin.

Milyarlar içinde tek bir gezegen

Tek bir nöron milyarların içinde bir tane mesela. Tek bir nöron bağlantısı yine olası milyarlarca bağlantının içinde bir tane. Bir nöron özel bir beyin hücresi demek, bir çekirdek, bir akson ve bir takım dentritten oluşur. Hadi kediden devam edelim. Akson kedinin kuyruğu, çekirdek kafası ve dentritler de bıyıkları olsun. Bir nöron başka bir nöron ile dentritler ve aksonları aracılığı ile iletişim kuruyor. Dentritler veriyi aldığı, akson ise veriyi gönderdiği hat gibi. Bir kedinin bıyıklar ile diğer kedinin kuyruğu arasında bağlantıyı kuran ise sinaps denen aralıklar. Sinapslarda bir nöronun aksonundan bir diğer nöronun dentritine veri hem kimyasal hem de elektriksel bir yolla transfer oluyor. Veri nerede diyeceksiniz, veri değişiklik, veri transferin kendisi yani veri ilişkinin kendisi. Bu işlem ile diğer nöronda değişiklik oluyor. Yani bilgi, veri, aktarılan her ne ise aslında o aktarımın kendisi, ilişkinin ta kendisi. Bunun adı nöronun ateşlenmesi. Bildiğiniz ve aslında hiç bilmediğimiz yıldız kümeleri gibi parlıyor hücre grupları. Milyarlar içinde bir tane yıldız, milyarlar içinde bir tane parlama.

Milyarlar içinde tek bir gezegendeyiz. %95 karanlık madde dediğimiz ne olduğunu hiç bilmediğimiz madde ile dolu, yakınlarını biraz bildiğimiz, çeşit çeşit taşa çeşit çeşit mitolojik isimler verdiğimiz sistemin içinde yüzen bir kaya parçası. Parlayan bir nöron grubu. Kendi kendine bir bilincin uyandığı bir yeryüzü. Milyarlar içinde bir insan, milyarlar içinde bir kedi.

İlişkilerimiz bu yüzden bu kadar kıymetli, yaşamın ta kendisi çünkü. En büyük sınav hep burdan, ilişkilerden…

Önceki yıllarda yoga hocalığının temelini aldığınız, şeklen 200 saat, gerçekte ise bir ömür süren yogada derinleşme eğitimi sınavında katılanlara sorduğum soru şu idi. Neredeyse 1000 sayfalık kitapta beni ele geçiren cümlesi Karamazov Kardeşler’in. Daha doğrusu Karamazov Kardeşler’den dindar olan kardeş, Alyoşa aracılığı ile Dostoyevski’nin sorduğu soru; tüm insanlığı böylesi derin ve büyük duygular ile severken tek bir komşumu sevmek neden bu kadar zor?

Neden tüm insanları severken komşumuzu sevmek zordur?

En kısa yoldan diyebiliriz ki, fikirler kolaydır, ilişkiler zor. Fikirler uzayın boşluğudur, ilişkiler ışık ışık parlayan yıldızlar.

Kısa olmayan yoldan gitmek istersek Alman filozof Schelling’in biraz peşine takılalım derim. Tekil iradenin yani bu iradenin sahibi insanın, evrensel iradenin -yani Tanrı’nın- aracı olduğunu söyler. Varoluştan önce bir zeminden bahseder, bu zeminden ışık ve karanlık doğar. Işık, evrensel irade, mükemmel varlık yani Tanrı’dır. Tanrı’nın zemininden doğan diğer şey ise karanlıktır ama ışıkla beraber. Bu diğeri ruh sahibidir, anlayış ve kavrayışı vardır. Çünkü ışık yoksa karanlık yoktur. ikisinin birlikte ve karşıtlıkta varlığı anlayış ve seçme iradesini doğurur. İnsan seçme özgürlüğüne sahiptir. Tanrı’nın değildir, çünkü “Doğuştan kör biri karanlığın ne olduğunu bilmez”*  Ama insan bilir. İyilik kadar bencillik edip kötülüğü de seçebilir. İnsanın içinde tanrıdan gelen ışık vardır.  Bu yüzden tüm insalığı sever, gerçekten de dürüsttür bu sevgisinde, evrensel sevginin bizzat sahibidir. Ama doğada evrensel olanın yanında, ışığın gölgesi de yani karanlık da vardır. Komşun bahçene çöpünü attığında, sabahın 2’sinde kavgaya ya da parti yapmaya kalktığında ya da kapının önündeki park yerine kendine ayırmak istediğinde evrensel olanın ışığı sönmüştür, tikel olanın bencilliğe doğru meyledebilenin karanlığı hemen yamacın ardından doğar. Bu çok insanidir, çünkü çöpü bahçeye atan da aynı biz gibi, onu sevmeyi ya da sevmemeyi seçen gibi, seçim yapmıştır. Karanlıktan yana. Ve Schelling der ki en üstün varoluş seçim varken, iyiliği seçebilmek, iyiliğin kötülüğe üstün gelmesidir.  Yani Sevgi’dir.

Batı’dan hızla Doğu’ya doğru alıp uçurmak isterim sizi. Yoga Sutralar da der ki aydınlanmış insan Tanrılar’dan üstündür. Çünkü zamanın içinde ilerleyip yaşamın içinden geçerek zamanın öncesindeki o saf hale ulaşmıştır. Işık ile karanlığın birbirinden ayrılmadığı zemine. Ve buraya iradesi ile, seçim yaparak, yaşamın yolundan ateş üstünde yürüyerek velhasıl deneyimleyerek gelmiştir. Her seferinde, her çetrefilli ilişkide sevgiden yana seçim yaparak. Komşusunu sevmeye çalışarak.. Mücadelenin olmadığı yerde yaşam olmaz, der Schelling.

Bu boş, ucuz, sakız fallarından çıkan yapış yapışlıkta bir “sevgi” lakırdısı değildir. 

Sevginin ayaklarında yanık izleri vardır sevgili okuyan, merhemini arar.

Daha fazlasını merak edenler, ilhamı alıp buradan okuma yapmaya devam etmek isteyenler için:

Bahsettiğim Beyin ve süper Bilgisayar Projesi'nin sahibi Markham'ın TED konuşması için buraya tıklayabilirsiniz.

Biraz Batı'dan felsefe okumak, dimağmı ittirmek isterim diyenler için:

İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine, F:W:J von Schelling, Ayrıntı Yayınları

Doğu'dan, Advayta okulundan spiritüel bir şeyler okuyayım diyenler için,  "Doğuştan kör biri karanlığın ne olduğunu bilmez" cümlesinin toprağı:

Ben O'Yum, Sri Nisargadatta Maharaj, Akaşa Yayınları

ŞUBAT'ta bakkalda ne var?

1 Şubat Salı günü  yeni bir başlangıç sınıfı başlıyor. İster 1 ay kaydolun bir giriş yapın, devam edip etmemeye sonra karar verin, isterseniz yaz başına kadar 3 aylık kayıt olup bi yaza hazırlık atölyesi olarak düşünün. Çünkü yazın daha fazla dışarıda zaman geçirip daha fazla hareket halindeyiz. Daha fazla doğa ile temas; topragi, suyu, havasi ile etkileşim içindeyiz. Yeterince esnek - yeterince kısmı mühim zira başınızın arkasını ayağınız ile kaşımaya ihtiyacınız yok-, yeterince güçlü- boks maçına cikmayacagiz- daha da kıymet arz eden ise dengeli ve enerjik bir beden kastım. Yoga prana'nizi yani nefes ve yaşam enerjinizi - sinir sistemi, dolasim, kinestezi vb her türden bedendeki sistemi- düzenler. Düzenli yapmak da önemlidir, çünkü hareket hareketi hareketsizlik hareketsizliği mayalar.
Daha önce hiç yoga yapmamışlara olduğu kadar bir süre yapmış bırakmış ve bir süredir yapanlara da uygun bu derslere her salı 20:00-21:15 arası.

Kas-iskelet sistemi için şifa kaynağı yoga terapi derslerinden faydalanmak isteyenler için her çarşamba akşamı kapalı grup ile 20:00-21:15 arası boyundan yorgunluğa farklı temalarda canlı dersler (sonraki 6 gün kayda erişim) ya da 30 ders kaydına 30 gün erişim için Özel Youtube Yoga Terapi Aboneliği. Herkesin yoga terapinin mütevazi ama derin gücü ile tanışmasını ve hayatına katmasını gönülden dilerim.

Yogabakkalı Aralık Bakkal Mektubu

Bu sene, 2021.

Sona eriyor. Bu sene “ben “olarak yeryüzünün üstünde, güneşin etrafında  attığım 40.turdu yani 40. yaşımı doldurdum. Güneş için değil belki ama insanlık için de değil belki - zira evrim 35 yaşından sonra çok da önemsemiyor hayattaymışız değilmişiz- ama kadınlık için önemli. Malum 40. Önemli bir 10 yılın sonu. Elbette kesin sınırlarla belirlenemese de bir kapanış. 30’lu yaşları kapatmaya hazır mıydım, yoganın hayatımı ele geçirdiği, çok da iyi ettiği ve çok çok öğrenerek, keşfederek, çeşit çeşit insan tanıyarak, uzak-yakın bol bol seyahat ederek geçirdiğim bu 10 yılın hakkını vermiş miydim? Bu bana kalsın.

Dönelim 40'lıklara, 40'lanmalara. 40.yaşgünümde aklımda 10-11 yaşlarımdan kalma bir gecenin hatırası vardı. Herhangi bir şey olan bir gece bile değil. Öyle yoğun hatırlıyorum ki duyguyu, hiçbir şey olmuyordu ama çok şey oluyordu. Büyüyorum ve büyümek için de sabırsızlanıyordum. O gece mutfakta uyuyordum, daha doğrusu o kadar heyecanlıydım ki büyümek için, uyku tutmuyordu. Yarın bir şey olacağından değil gelecekte bir şeyler olacaktı ve o gelecek için köpük köpük yükseliyordum. Kalbim yattığım yerde gümbür gümbür atıyordu. Kim bilir neler neler olacaktı. Ayak parmak uçlarımla kanepenin ayak ucunda kalan kolçağına uzanıyordum ve daha da sabırsızlanıyordum, ah, ne zaman büyüyecektim, ne zaman ayaklarım öbür uca değecek ve ben kendi kararlarını alan bir yetişkin olacaktım. Hadi hadi, diyordum içimden hemen boyum uzasın. sanki yetişkin olmak için boyun uzaması yeterli ya da gerekli gibiymiş gibi. Beni heyecanlandıran ise kendi kararlarımı alırken ya da nasıl bir hayat yaşayacağıma karar verirkenki özgürlük değildi. Asıl gümbür gümbür gelmekte olan hayat karşısında ne yapmam gerektiğini bilecek olmaktı. Ömrüm boyunca hep bilgiyi fethetmek istedim. Nasıl ebeveynler ya da etrafımdaki yetişkinler neyi nasıl yapacaklarına dair sarsılmaz bir güven ile ilerliyorlardı, ben de aynı öyle bilecektim. Bir çocukmuşum gibi, kimse bana ne yapmam gerektiğini söylemeyecekti artık. Böyle bir şey tahayyül ediyordum, bir gece uyuyacağım ve uyandığımda, o sabah artık ne istediğini bilen bir yetkin/yetişkin olacaktım. Peri masalı diye buna derlermiş meğer.

Bu sene böyle geçti sevgili okuyan. Tek tek, resmi geçit gibi ara ara aklımın sahnesine düştü, çocukken ya da gençken gelecekte olacaklara dair edindiğim o güçlü inançlar. Onlardan yola çıkarak yüklendiğim görevler, ettiğim niyetler, kurduğum geleceğe dair edindiğim refleksler. Aileden, okuldan, filmlerden, kitaplardan, dergilerden, sokaktan, kantinlerden, gezmelerden, görmelerden, sevmelerden, sevilmelerden, sevilmemelerden, sevmemelerden, kızgınlıklardan, kırgınlıklardan, köpük köpük heyecanlardan, sezer gibi olmalardan, umur umur umutlanmalardan edindiğim bir çuval beklenti. Hem kendimden hem de koca dünyadan. Koca dünya, kar topu oldu düştü avcuma. Sıktıkça elim üşüdü, gevşek bıraktıkça dağıldı..

Senenin bu son ayının ince hüznünden dönelim senenin umutlarla dolu ilk ayına. Bu senenin ilk mektubu ayurveda ve vatadan bahsediyordu. (okumak isteyenler buradan ulaşabilir) Vata bir şeylere hızlıca başlamak için bize heves veren rüzgar enerjisi idi. Hep yeni şeylere başlamak, yeni şeyler öğrenmek, yeni şeylere ilgi duymak için heves yaratan ama yeni başlanan şeyleri hızla yarım bırakmamızın da müsebbibi o enerji. Bu senenin son mektubu ise kapha enerjisinin temsilcisi. Hevesle ve heyecanla aylık mektuplar yazıp göndermeye başladığımda, vata enerjisinin rüzgarını arkama almıştım. Vatanın enerjisi bir şeyi sürdürmeye gelince aynı yol alırken kesilen rüzgar ile boş kalan yelken gibidir. Daha fazla ilerleyemez, sıkılmaya başlarsınız. Ta ki başka yönden gelen bir başka rüzgara kapılana kadar. Rüzgar vardır ama varmak için yola çıktığınız yönde ilerlemezsiniz artık. Bir şeyi sürdürmemizi sağlayan ise pithanın ateşli enerjisidir. Her ay bir şekilde mektupları göndermek için odaklanmaya çalıştım ve çaba gösterdim. Bir şeyi bitirmemizi, yola çıktığımız yönde menzile varmamızı, başladığımızı sonuna kadar götürmeyi sağlayan ise kaphanın ağır ama istikrarli enerjisidir. Ocakta yarım kalan ne varsa bu sene onu tamamlayın, yeni bir şeye heves etmeden önce eski işlerin defterini kapatın diye yazmıştım. Dolabın bir köşesinde, yarım yün yumaklarının arasında başlanmış ama tamamlanmamış, şişleri üstünde o kaşkolu ya bitirin şişten çıkarıp boynunuza sarın ya da artık evden çıkarın, verin atın gitsin diye. Onları eledik eledik de -kolay olan metayı, malı, somut olanı göndermek evet- ya içimize işlemiş örüntüler? Sıra onlarda sevgili okuyan. Vedalaşma vakti. Bu aralık ayında bu satırların arasına yarım kalan tüm hevesleri, inançları, beklentileri, öyle olmalıydıları, o zamanlar böyle idi şimdi neden değilleri, keşkeleri, sırtıma aldığım duygusal yükleri bırakmaya geldim. Bırakırken kızgınlık, kırgınlık ya da öfke ile kuşanmadan, yeni yükler edinmeden.  Mesela çok genç ölmüş dedemin yükünü bırakıyorum. 39 yaşında ölmüş dede, babam henüz 1,5 yaşında iken. İsmi büyük kardeşimde yaşıyor ama hayatta iken kendisine rehber olsun diye yazdığı ders kitabı kayıp, yazdığı tiyatro oyunu kayıp, en ah ettireni hastanede ölmeden önce babaenneme yazdığı aşk mektubu kayıp. Sahip çıkılmamış olanın mirasına sahip çıkmak üzere kendimi görevlendirip tüm bu kayıpların kimse demeden yükünü üstüme aldım. Olduk olmadık yerde hatırlayıp dert edindiğim bir sahipsizliğe sahip çıkmaktı amacım. Mesela bu yükü bırakıyorum sevgili okuyan ve bıraktığım için de kendimi affediyorum.  Taşımak istemiyorum ve buna hakkım var. Boş çıkan beklentilerin yükleri, yarım kalan aşkların yükleri, keşkelerin yükleri, suç bende miydilerin yükleri, yapamadıklarımın yükleri, tamamlayamadıklarımın, hakkını veremediklerimin, olduramadıklarımın yükleri... 

En büyük çocukluk yanılgım yetişkinlikmiş mesela. Çocukken o kadar bilmezdim ki dünya ile ne yapacağımı, mutfakta o kanepede uyumaya çalışırken sanmıştım ki büyüyünce bileceğim. Yetişikin olunca tüm bu yabancılık, karmaşa sona erecek. Yabancılık azaldı, evet gittikçe yerleşiyorum yeryüzüne, hem de gitme vakti yaklaştıkça daha bir iyice yerleşiyorum. Ama ya bilmek, hangisi iyi hangisi değil bilebilmek? Sizin geçti mi? Şak diye bilebiliyor musunu ne oluyor, hop diye verebiliyor musunuz kararlarınızı? Meğerse istediğim yarını bilebilmekmiş. Yetişkin olunca bileceğime dair beklentimin yükünü bırakıyorum mesela. Çünkü bilmiyorum yarını. Yetişkinlik biliyor çocukluğu evet, yetişkin bilmiyor yetişkinliği. Anne babamız da bilmiyordu yetişkinliği mesela. Çocukken her şeyi çok iyi bildiklerine dair inancımız ile yargılıyoruz o zaman aldıkları kararları, bazen bizi yıkan bazen inciten seçimlerini. Kabul ediyorum onun da/onların da /bir başkasının da bilmediğini. Kabul ediyorum ve özgür bırakıyorum acı sözcükleri.

Anne olunca anlarsın der anneler, yetişkin olunca anlarsın demeliymiş. Anladım ki yetişkin olmak aslında kimsenin bilmediği halde ne yaptığını, ne istediğini biliyormuş gibi yapması imiş. Olan olup iş işten geçtikten sonra -di li geçmiş ile hikayesi anlatılan bir kurmaca. Yarından ne bekledi, ne umdu isem neye gücüm olduğunu, neye muktedir olduğumu sandı isem 2021’in altına bırakıyorum ve bunun böyle olmasını tüm kalbimle kabul ediyorum. 

“Hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılır.”

Kierkegaard

Aralıkta bakkalda ne var?

15 Ocak 2022'de başlayacak Yoga Terapi Temeller Uzmanlık Programı 75 Saat programına erken ödeme inidirimi ile kayıt olun. Son gün 15 Aralık!

Anksiyete ve Yoga Terapi Atölyesi 12 Aralık Pazar günü 10:00-12:00 arası. Atölyenin kaydına 3 hafta ulaşabiliyor olacaksınız. Biri uzun bi kısa 2 ayrı seri ve nefes çalışmasını öğreneceğiniz, bilgi paylaşımlı atölye max. 10 kişinin katılımı ile gerçekleşecektir.

Yoga terapi derslerinden faydalanmak isteyenler için her çarşamba akşamı kapalı grup ile 20:00-21:15 arası boyundan yorgunluğa farklı temalarda canlı dersler (sonraki 6 gün kayda erişim) ya da 30 ders kaydına 30 gün erişim için Özel Youtube Yoga Terapi Aboneliği. Yoga terapinin mütevazi ama derin gücü ile tanışmanız dileği ile.

Yogabakkalı Kasım Mektubu

Yogaya ilk kez 2007 yılında aldığım bir kitap ile başladım. Sonra ilk kez bir stüdyoda bir hoca eşliğinde yoga yaptığımda aslında o kitaptan bakıp da yapmaya çalıştığım şeyin yoga değil de poz kesmekten başka bir şey olmadığını anladığımda sene 2011’di. Yoganın en önemli özelliği içerik ve biçiminden önce gelir bence. Yani yoganın nedirdiden, nasıldıdan önce düzenli yapılıp yapılmadığıdır aslolan. Bunu kriter alırsam yoga hayatıma 2011 senesinde girdi diyebilirim. Ancak ondan daha önce hayatıma “viyoga” girmiş. Viyoga’nın ne demek olduğunu seneler seneler sonra bir yoga terapi çalışmasında öğrendiğimde bildim bunu. “Aslında sen bizim çocuğumuz değilsin” dedi bana yoga. Ben aslında viyoga’dan doğmuştum. Hala gerçek yoga nedir tartışıla, “gerçek yoga bu değil”ler havada uçuşadursun herkes en azından yoganın ne olduğuna dair bilgi ve fikir ve az çok deneyim sahibi. Onu biliyoruz. Peki nedir bu viyoga?

Viyoga bir şeyi bırakmak demek. Yogayı hayatına sokmanın tam tersi bir durum. Hayatının, gününün, rutinin bir parçasını söküp atmak. Yoga nasıl ki bağlamak demek viyoga ise tam tersi daha önce kurulmuş bir bağı kesmek demek. Neden mi bunları yazıyorum? Bilen biliyor. Hep de söylerim hayatımda yaptığım en iyi şey yogaya başlamak değil sigarayı bırakmaktı diye. Ta 14-15 yaşlarında sigara içmeye başladım. Sigara içmek o zamanlar havalı bir şeydi. Havalı bir ergen olmanın yolu önce sigara içmekteydi. Çünkü gözlerini kısıp ufka bakan keskin yüz hatları ile yakışıklı aktörler ellerinde ya da ağzında çok havalı sigara tutar idi. Ve tandığım neredeyse tüm yetişkinler sigara içerdi. O zamanlar her an gelebilecek misafirler -o zaman misafirler habersiz de gelirdi- için çift kanatlı kapıları kapalı tutulan salonların merkezindeki orta sehpaların üstüne konan pahalı kristal çanakların içinde çeşit çeşit sigara paketi konurdu. Hint tapınaklarında tam ortaya konan mabudlar gibi. Hatta sigaralık diye şekilli bir aksesuar vardı. Dev kül tablalarından, eğilince gagası ile dal sigara tutan o horozlu kutudan bahsetmiyorum bile. O an için hala girmemizin yasak olduğu salonların çaldığımız ancak henüz açılmamış o büyük kapılarının ardındaki yetişkinliğin merkezinde sigara vardı. Sigara içince artık seni ciddiye alabilirlerdi. Salonun başköşesine bacak bacak üstüne atıp oturabilirdin belki. Çocuklar sigara içmezdi ne de olsa. Sigara içmeyi bir marifet, “cool” olmanın bir yolu addetmiştik. Fakir edebiyatı olacaksa da olsun, parası olan aile çocukları için havalı olmak Ketır Pilır giymek, baklava desenli bilmem ne marka kazak giymek, kantinde her istediğini yiyebilmekse - günde en az 3 tost mesela- parasız ve asi olan bizler içinse havalı olmak okuldan kaçıp bir yerde o tek sigarayı tüttürmekti. Yetişkin değildik o dev botlardan alamıyorduk, çocuk değildik anne babamız bize o dev botlardan alamıyordu; bize kalan biraz arabesk bir asi ve havalı olma durumu idi.

Duhkha Samyoga Viyoga Yogaha"

Bhagavad Gita’dan bir alıntı. Bunu “yoga acı çekmekle özdeşleşmeyi bırakmaktır” diye yorumlar Yoga Terapi (Viniyoga) kurucu isimlerinden Gary Kraftsow.

Bunun üstüne ben de diyebilirim “viyoga” arabesk yapmayı bırakmaktır. Kendimizi özdeşleştirdiğimiz acı yaratan, sağlıksızlık getiren, bize iyi gelmediğini bile bile bağlandığımız her ne varsa o bağı kesmektir. İster içtiğimiz sigara olsun, ister bizi sevmediğini bile bile peşinde heder olduğumuz bir insan, ister bizi değersiz kılan herhangi bir ilişki, ister her şeyden kaçmamızı sağlayan uyku ya da her randevumuza geç kalmamıza sebep olan, sürekli beslediğimiz bir ruh hali. O bizi tanımlamıyor. Sigara içerek yetişkin ya da havalı olmadık. Ya da pek isyankar. Öğrenerek, deneyim ederek, paylaşarak, dayanışarak büyüdük ve yetişkin olduk. Adaletsizliklere “Hayır” diyerek isyankar olduk. Sevginin tek kaynağı bizi kaynaktan içirtmeyen, susuzluktan perişan eden o kişi değil ya da para kazanabileceğimiz tek iş kendisini zengin ettiğimiz halde emeğimizin değerini küçümseyen o patronunki değil. Uyku kaçılan güvenli bir yer değil, depresyon canavarının tatlı kucağı sadece. Randevularımıza geç gitmek bizi ortama son gelen diğerlerinden daha değerli insan değil tam tersi herkesin daha az saygı duyduğu insan yapacak. Sevgi de saygı da havalı olmak da alınan bir şey değil verilen bir şey. Her şey bir alış veriş dengesi üstüne kurulu. Alışveriş demişken diyeceksiniz ki arabesk bitti sigara gitti. Artık o pahalı botları alacak paran var ki böyle arabeske tukaka çekiyorsun. Tam tersi sigarayı bıraktığım 2010 yılı ve peşi sıra gelen 2011 yılı en zor zamanlardan biri idi. Gittikçe yükselecek sandığım kariyerim yükselmeyi bırak rotasında bile değildi ki 2011 sonunda da bizzat bir güzel kayalara çaktım. Beş parasızdım. Kirayı zar zor ödediğimiz, sonra çatının altında oturup dışarı bile çıkamadığımız zamanlardı. 2011 hastalıklarla, hastane ziyaretleri ile başladı. 2 Ocak’ta mesela eşimin annesinin akciğer kanseri ameliyatı için hastanedeydik ve çok endişeliydik. Çok riskli ve büyük bir ameliyattı. Şubatta yine hastanedeydim, çok sevdiğim ve benim için yeri hep çok özel babaannem yoğun bakımdaydı sonra da ölüverdi. Mart başında Kazancı Yokuşu’nda düştüm ve bacağım bir ay alçıda kaldı. Hem sigarayı bırakmanın hem de hareketsiz kalmanın, köşeye yeni açılan çok lezzetli ekler pastalar yapan pastaneden hasta ziyaretine gelenlerin kapıp getirdiği tatlıların da hatrı sayılır katkısı ile kilo aldım. Farklı birkaç dizi projesinin yazım ekibine katıldım sonra bir belgeselin yapım işini aldım ve detayına girmeden söyleyebilirim ki insandan soğudum. Yaptığım işin köşe başlarını tutmuş televizyon çalışanlarının özellikle erk sahipleri, dizi sektörü insanları, şöhretleri başka ülkelere taşmış oyuncular, trük dizileri yükseldikçe ellerini ovuşturan hem vampir hem işgüzar temsilcileri; cinnet gibi bir işti. Sonra iki sene de peşimi bırakmadı. Yazın yine cenazeler derken ben “viyoga” ma devam ettim. Tüm bu olanlar yaşanırken arabeske tutunup kalabalıktan uzaklaşıp karanlıkta arkamı dönüp sigaramı yaktıktan sonra dumanını loş ışığa savurmadım. Evet her şey çok çiğ idi, zor idi, böyle filtresiz dramatik bir aydınlatma olmadan cayır cayır beyaz ışık altında idi ama insan olmak bazen böyle idi.

İyi zamanlar var geçiyor idi, zor zamanlar var geçiyor idi.

Yine mikrofonu Gary Kraftsow’a uzatırsak “viyoga” yı hayatımızda arzu etmediğimiz her ne varsa onlardan ayrılma süreci olarak açıklıyor. Bu bir eleme ve yok etme süreci de olduğundan beden ve zihni arındırıyor. Bu süreç sağlıksız bağlılıkları, öz yıkıcı davranışları, zararlı ilişkileri de bırakmayı içeriyor. Samyoga ise yoga terapi bağlamında “bir araya getirmek” demek. Hayatımızda olumlu ve üretici olan ne varsa onları birbirine bağlama süreci. Meali “samyoga”nın içeri girebilmesi için bazı şeylerin -ki zaten sisteme zararlı ve istenmeyen şeyler bunlar- çıkması gerekiyor.

Bir hard disk düşünün, o sizin hayatınız; içi kalabalık. O var bu var, şu sürekli eleştiren arkadaş var, arada IG’de fotoğrafınızı layk eden bir zamanlar önemsemiş olduğunuz insanlar var, unutamadığınız eski sevgili var, hiçbir işinizi takdir etmeyen kibirli yöneticiniz var, işe geç kalmanıza sebep olmazsa olmaz sabah kahveniz var, kokusundan nefret ettiğiniz sigaranız var; sabah uyanamamamıza sebep her akşam attığınız kadeh, içine düştüğünüz nutella kavanozu, bir oturuşta en az üç bölüm izlediğiniz o dizi ya da illa bir şeyler izlemeye çalıştığınız dijital platform, oturmayı bırak üstünde aktığınız o tam kıçınızın şeklini almış kanepe, fırından yeni çıkmış bir oturuşta yenen o ekmek, günün en güzel saatlerini kaçırmanıza sonra da her şeyi kaçırmanıza sebep sabah uykusu ya da geç saatlere kadar oyun oynadığınız için uykusuzluğunuz var, kıskançlığınız var mesela, herkesin her şeyine bir kulp takma huyunuz ya da; demem o ki içerisi bu kadar sıkış tepişken içeri iyi bir şey siz isteseniz de giremez. Çünkü diskte yeterli alan yok.

Özellikle yoga terapide yogaya bir alan açma sanatı olarak bakarız. Bedende nefese alan açmak, bedende zor pozlara alan açmak, zihinde imkansız pozların ihtimali için alan açmak, nihayetinde “samyoga” için alan açmak. Gary’nin şu kelimelerinin altını çizmek istiyorum: olumlu olan ve üretken olan. Boş beleş bir pozitif düşünmeden bahsetmiyor. Pozitif düşün ki sana ait olmayan iyi şeyleri mıknatıs gibi kendine çek değil bu, zaten çekebiliyorsan da çekme. O Secret filmindeki gibi çekeceğin pahalı arabanın başkasının hakkını çalmaktan ne farkı vardı hiç anlamamıştım. Olumlu olan ile üretken olanı bir araya getirmek. Tam da şu an yaptığım gibi. Bana çok iyi gelen bir şey yaptım seneler önce, oturdum sabahtan beri bilgisayar tuşlarını dövüyorum. Yazıya döküp paylaşmak istiyorum, bir şeyleri bırakmak için nerden gelirse gelsin küçük bir motivasyon arayan insanlara ulaşsın istiyorum. Olumlu olanı üretken olanla bağlamak derken, “samyoga” ile Gary babamız tam olarak bunu kast ediyor. E üretkenlik de buraya kadar. Şimdi 11.Geleneksel Sigarayı Bırakışımı Kutlama Kahvaltı’mı yapmaya gidiyorum.

Darısı başka şeyler için başımıza.

Kasım bakkalda ne var?

2022'de bir kez açılacak Yoga Terapi Temeller Uzmanlık Programı 75 Saat 15 Ocak'ta başlıyor. Erken kayıt indirimi sone ermeden kayıt olun. 

Daha Fazla Bilgi Al

Yoga Pratiğinde Boynu Güvenli ve Güçlü Tutmak Atölyesi 21 Kasım Pazar günü 10:00-12:00 arası. Atölyenin kaydına 3 hafta ulaşabiliyor olacaksınız. Bir süredir pratik yapanlar ama yine de boynu ile bir türlü rahat olamayanlar ve yoga hocalarına özellikle tavsiye ederim. Klasik pozlar üstünden ilerlenecek, atölyenin son 20 dakikası soru cevap için ayrılacaktır. Yer kısıtlı.

Kursa Kayıt OL!

Yoga terapi derslerinden faydalanmak isteyenler için her çarşamba akşamı kapalı grup ile 20:00-21:15 arası boyundan yorgunluğa farklı temalarda canlı dersler (sonraki 6 gün kayda erişim) ya da 30 ders kaydına 30 gün erişim için Özel Youtube Yoga Terapi Aboneliği. Yoga terapinin mütevazi ama derin gücü ile tanışmanız dileği ile.

Yogabakkalı Ekim Mektubu

Buda’yı nasıl bilirsiniz?

Bir lider olarak mı yoksa Kadıköy’de bir bar mı? Bir peygamber ya da bir yaşam koçu mu?

Buda bir asi aslen. İçine doğduğu ve içinde büyüdüğü sistemin en ballı kaymaklı yerlerinden birinde iken o sisteme “hayır” diyen bir gerilla. Hakikati arayanından. Soruları var kafasında, hayata dair, insan olmaya dair, ölüme dair. 

Brahma Purana’daki Tanrıların Kralı İndra’ya dair muhteşem bir öyküde kral İndra’nın sorduğu soruya küçük bir çocuk şöyle der: “Eğer incinmeye razı değilseniz sormayın” İncinmeye razı olmadan cevapların peşinden gitmek mümkün değildir. Buda da karısını, saraylar dolusu şaşa, eğlence, zevk-ü sefayı, yeni doğmuş çocuğunu, çok sevdiği atını ve hatta urbalarını ve saçını arkasında bırakarak elinde bir dilenci kasesi ile cevapların peşine düşendir. Karanlık ormana gidendir. Hakikat yolunda incinmeye razıdır. İncinir de. 5 arkadaşı ile 7 yıl boyunca ormanda çilecilik yapar. Ölmek sınırına varacak kadar eziyet eder beden ve zihnine. Ölümün kıyısında hakikate dair bir şey bulamaz ve yeniden ayrılma, arkada bırakma vakti gelir.

Tek başına yeniden yollara düşen Buda bu sefer altında aydınlanacağı bo ağacına gelir. Tanrı Mara, Şehvet Tanrısı, üç kızını Buda’yı baştan çıkarması için gönderir. İsimleri Arzu (gelecek), Başarı (şimdi) ve Pişmanlıklar (geçmiş)’dı. Bu işe yaramayınca Mara Korku Tanrısı’na dönüştü. Her türden ve çeşitten canavar ve silahı sessizlik ve hareketesizlik içinde oturan Buda’ya yağdırdı. En son Mara kendini “mahalle baskısı tanrısı”na çevirir. Dışarıda ailen, ülken sarsılırken, görevlerin seni beklerken sessiz ve kıpırtısız oturmak da nedir diyen bir yığın baştan çıkarma.

Buda kıpırdamadı, Buda cevap vermedi. Buda öylece durdu. Herhangi bir şeye bu kadar güçlü bir duruş, cevap vermek bile değil, duydunuz mu? Arzu ile baştan çıkmayan, korku ile geri çekilmeyen, zihinsel şartlanmaları ile şüpheye düşmeyen? Hani bana sorsalar güç nedir diye, Buda’lıktır derim. 

İnsan zihni sürekli 3 zamanda gezer, ama aslında zaman bir tanedir. Geçmişin adı Pişmanlıklar adlı kızıdır Mara’nın. Böyle değilmiş gibi dursa da pişmanlıklarımızı, kaçırdığımız fırsatları sürekli çevirmenin, ısıtıp ısıtıp masaya getirmenin tuhaf bir şehveti vardır. Engellenmiş bir tatminden kalmış bir esame. Tam orgazma ulaşacakken yarım kalmış bir sevişme. Tam vuslata erecekken kaçırılmış bir turna gözü. Tuhaf, acılı, kederli de olsa bir zevk alınır pişmanlıklardan. Gelecek ise Arzu’dur. Geleceğin bu sefer ıskalanmayacak turna gözlerine duyulan arzu. Kaçan kaçtıysa da kaçmayacak binlerce ihtimal, binlerce ihtimalin içinden “en” ler ile tıka basa dolu potansiyelin açığa çıkaracağı o patlamanın, orada, az ya da biraz daha ilerde olduğuna dair bir fikir. Sonuncusu ise Başarı. Şu an ne kadar başarılı? Şu an en mükemmel an der yogacılar. Öyledir de. Ama bu mükemmelliğin bizimle ilgisi yoktur. O mükemmel bir şekilde, “şu an”ı gösteren kırmızı ibrenin önünden aralıksız akandır. Bir an mükemmeldir. Biz onu gözlemleyenizdir. Onu mükemmelliğinde payı olan, onu başaran değil.

Buda der ki insanın ızdırabını çoğaltan şey budur, geçmişte ya da gelecekte olmak. “Şimdi” ise “başarılı bir şimdi” ise dikkatimizi çeker. Yukarıdaki formülü terse çevirmek de mümkündür. Geçmişte kalan, nostalji duygusu ile daha da büyüyen güzel günlere duyulan “özlem”, “arzu” adlı kızkardeşin yaşlanmış halidir. Planların tam da istendiği, adı üstünde planlandığı gibi gitmeme potansiyeli ile gittikçe karanlıklaşan bir geleceğe duyulan korku. Pişmanlık, pişman olmadan önceki haline dönüşüp önceki ana tedirginlikle dolar. Pişmanlık henüz doğmamıştır, doğmadan önceki adı korkudur. 

Şöyle der Joseph Campbell; arzu ve korku: Bunlar dünya üzerindeki tüm yaşamı kontrol eden iki duygudur. Arzu yemdir, ölüm ise kanca. İlk önce korku vardı. İlk vardı, oldu. Yer ve gök bile henüz doğmamıştı. Her şey sonsuzdu ve her şeye gebeydi. Henüz hiçbir şey yoktu. Bir tek o. Ve o korktu. Kendini 2’ye böldü. Yeniden ve yeniden yıkılmış/yıkılan/yıkılacak bir evrenle, yeniden ve yeniden kurulmuş/kurulan/kurulacak aynı evrenin dansı böylece başladı/başlıyor/başlayacak.

Hepimiz bu dansın parçasıyız. Dans şimdi yaprakları sarartıp döküyor, yazın güneşle ovulmuş dermiz kurumaya, pul pul dökülmeye başladı aynı dansta. Gökyüzüne bulutlar uğruyor sık sık, danstan yağmur taneleri dökülüyor damımıza, burnumuzun ucuna, toprağa. Damımızı yıkarken, burnumuzun ucuna kokular taşıyor dans, toprağın altında bir sonraki bahara uyanacak tohumları suluyor dans.

Yine Campbell’ı anarak, biraz sonbahar ruhunu sarınmış bu mektubuma son vermek isterim: 

“Olan şey olmayanın sonsuzluğunda yüzen bir kabuktur”

Sadece bir kabuk... Bilmesen de, görmesen de, duymasan da o sonsuzluğu hissedebilir misin?

Ekim'de bakkalda ne var?

10 Ekim Kalça ve Bacaklarda Denge ve Simetri Atölyesi: Kalçalarınızda asimetri varsa, yoga pratiği ile bu asimetri gittikçe artıyorsa bu master-class'a mutlaka katılın. Çevrimiçi bu kursa max. 10 katılımcı kabul edilecektir. Detaylar için tıklayın.

Kursa Kayıt OL!

4 Ekim Pazartesi günü 20:00'da Orta-İleri Seviye Tematik dersler serisi başlıyor. İster ay aya kaydolun ister 3 aylık sezona, her ay ayrı bir tema ve her ders ayrı bir hedef pozun güvenli bir rehberlik ile çalışılacağı derinleşme derslerine kaydolun. ​Tüm içerik ve çerçeve için tıklayınız.

Derslere Kayıt OL!

İleri Seviye 75 Saat Yoga Terapi Eğitimi 15 Ekim'de başlıyor. İleri seviyede fizyolojik rahatsızlıklar ve sistemler ile çalışıyor olacağız. Otonom Sinir Sistemi rahatsızlıklarından anksiyete, stres ve uykusuzluktan Endokrin Sistemi rahatsızlıklarına (diabet, tiroid) pek çok başlık eğitimin konusu. 

Daha Fazla Bilgi Al